25 Aralık 2012 Salı

Gel bak burası boy



Google'dan arat "insan nasıl yaşamalı" bul oynat tarzını benimse oyna. Melankolik kuzey havası ile mercimek köftesi arasında sıkışmış bir genç insanın hayata tutunması Amerikan filmlerinden birazcık farklı olabilir. Amerikan filmlerinde hiç kimseyle yatmamış bir bakire genci tüm film boyunca sikiştirmeye çalışan bir grup gencin matrak maceraları oynanırken, bizim buralarda dayı veya amcanın bir telefonuyla tüm dertten tasadan kurtulunmuş olunur.


Günlük pratiklerimiz ön görülen uygulama şekillerinden çok farklı gerçekleşiyor olabilir. Hep bir şeyi taklit ederek hayatına devam eden maymun irisi insan evlatları sürekli bir uyum sağlama eğilimi içerisindedir. O yüzden türlü farklı hayatlar var ki kıllı pullu maymunlar kadar anlaşılır bir yaşam yolumuz yoktur.

Yasa ve prosedürler arasında boğulmuş bir topluluk muhatabını bulamayınca yasa kedere boğulur. Genelde de çoğu insan muhatabını bulamaz insan hakları mahkemesinden, tüketici hakları derneğinden ya da en ulaşılabilir olan tanrılardan medet umar hale gelir. Şöyle bir örnek veriyim; bir telefon almışsındır ve bu telefon bozuk çıkmıştır. Değiştirilmesi talebiyle aracı servise götürürsün onlar bu telefonu merkeze yollarlar arada türlü kargolar, lojistikler vs. 1 hafta sonra ararlar telefonunuz geri gelmiştir. Hem de aynı telefon. Aynı arıza ile geri gelen telefonu tekrar göndermek istersin ve tekrar değiştirme talebinde bulunursun. Aynı telefon tekrar geri gelir ve sana ancak aynı arızadan 3, farklı arızadan 5 kere gittinde telefonu değiştirebileceklerini söylerler. Sen de sikik bir cihaz için ömrünü çürütmek istemez ve vazgeçersin.

İnsanlar neden alternatif dünyaların arayışına giderler? Neden Hobbit filmi, Batman filmi gişe rekorları kırar? Çünkü orada karakterler direkttir. Yaptığı işin sonucuna en fazla 2-3 saat içinde ulaşır. Bu filmlerde uzun dava süreçleri, uzun banka kuyrukları gösterilmez. Yemek dersin önüne gelir, meme ucu istersin ağzına konar. Bir cüce savaşçı bal likörü sipariş ettiğinde bal likörü ya gelir ya da gelmez. Fakat gelmediği zaman muhatabı bellidir. Bar sahibi. Gider bar sahibine bir yumruk sallar bal likörünü alır. Kurdukları ilişkiler karmaşıklıktan uzak ve berraktır. Biz de bu berraklığa sahip olsak migrene/vertigoya elveda deriz. Baş ağrıtan karmaşık ağlarla birbirine bağlı çoklu sosyal ilişkiler içinden çıkması stres yaratan bir süreçtir.

İnsan evladı çocukken hissettiği dünyaya yakın dünyayı arar durur. Sorumluluk yok, koruyucu iki hızır peşinde ne yapsan çocuktur boşver rahatlığına sahip olmak tekrar kazanılamayan bir ayrıcalık olarak kalır. Alışveriş yapar, uyuşturucu kullanır, umarsızca düzüşür, para kazanıp kendi dünyanı yaratmaya çalışır durursun ama çocukluktaki o tadı bir türlü tekrar yakalayamazsın.

Yazarkasadan günsonu alıp geçen güne bakınca kayıp gibi gözüken birçok olay yaşamış gibi görünebiliriz. Hep bir şeyleri bitirme, tamamlama üzerine yaşayınca zarardaymışız gibi hissedebiliriz. Asıl hoşumuza giden sürecin ta kendisini olsa da onu yok sayarak net bir sonuç elde etmeyince hissedilen tatminsizlik hiç bir şey tamamlanmamış duygusunu içimize işler ve bu zehir bizi rahatsız eder. Hadi şimdi dağılın!

13 Aralık 2012 Perşembe

Kişisel delişim

Evet aslında çoğu durumda delirme eylemi de çok kişisel değildir. Toplumun yan etkilerinden zehirlenen bir birey delirmeye yüz tutabilir. Deli olarak algılanmamak için türlü yöntemlere başvurulur. Karnının doyacağı konusunda şüphesi olmayan bir çoğumuz yaşamımızda bir yola baş koyma ile siktir edip koyverme arasında gidip geliriz ve bu sürede kendimizi oyalayacak türlü uğraşlar içine gireriz. "Doğu" felsefesi (ama uzak olan doğu) pazarı işte tam bu noktada imdadımıza koşar. Meditasyon, tütsü, türlü çakralar ve benzeri otantik oyuncakları bağrımıza basarız.

5 adımda guru olun, gelin sizi ermiş yapalım, iş hayatının mına koyun, milleti kıçınıza kuyruk yapın benzeri başlıklı kişisel gelişim kitapları ruhun boşalan bölümünün mastürbasyon ihtiyacını karşılamak üzere her yanımızı sarıp sarmalar.

Bireye verilen değer arttı ve içsel "gelişim" tavana vurdu fikriyle bencilliğe şahane bir bahane bulunmuş oldu. Zaten bencil olmak içimizde güdümüzde var. İçimiz sikişiyordu birey olmak için. Gel beraber birey olalım. Bir ey. Birrrey.

Yogayı da denedim ya denemedim değil fakat kimyamız uyuşmadı. Yogayı veya benzeri meditasyonları çok sık yapanlar insanları zaman zaman şehirlerarası yolun sol şeritinde 50 km hızla giden ve arkasındaki şoförü fıtık eden "bireylere" benzetebiliyorum. Pandik atsan pardon diyecek nitelikte affedeciliğe sahip bir insan evladı sinirimi bozabilir. Çünkü kendini beynimiz kudretli sınır tanımazlığı fikriyle uyuşturduğunu ve bu dünyayı umursamaz tavrının altında yatan kibir ve dinginliğinin kendini üstün görmesini sağlamış olabileceğini düşünürüm. G.t. Belki de sıkıntı bende sakinleştirici hapımı atıp, bitkisel çayımı demlemeli ve atlamalıyım ben de bu trene. Fakat sende biliyorsun ki kıçımız en nihayetinde o plastik sandalyeye oturacak.

Kısa sürede çok yol kat etmek güzel bir şey gayet tabi. Fakat kısaca boylu, hafif tombik ve kadife ceketli adam seni bir ermiş yapmayacaktır. Başlamak için güzel bir yer olabilir lakin buna bu kadar inanman beni korkutuyor bebeğim. Kokolojik, filarmonik, kleptomanik, nekrofilik, panik atak, histerik ve fantastik bombastik gel çok havasız kaldın bir hava alalım dünyadan kafayı çıkaralım da essin biraz beynimize beynimize.

7 Aralık 2012 Cuma

Yeni Nesil Mafyacılık

Al Capone tarzı mafyacılık işi uzaktan puslu ve karizmatik görünür. Fötr şapkalar, uzun pardesüler ve bütün gün ağzılarında dolaştırdıkları purolarıyla bütün puştlukları yapmalarına rağmen bir beyefendi görünümünde dolaşırlardı. Bu tip İtalyan-Amerikan karakterler hem büyük hollywood yapımlarıyla hem de piyasaya sürülen video oyunlarıyla kafamızda yer etti. Biz de aldık ,izledik, oynadık, özendik. Pis pis adamları adaletli kabadayılar gibi algıladık. Artık bu adamlar çok geçmişte kaldı. Şimdi "Cyber- Mafia"lar revaçta, çatallı boğuk sesli İtalyan-Amerikan mafyalar çağa pek ayak uyduramadı.


Geçen üç tane haber dikkatimi çekti. John Mcfee isimli milyarder bir yazılımcının komşusunu öldürmesi, Anonymous isimli hacker çetesinin Pay-Pal kullancılarını dolandırıp intikam alması ve Kim Dotcom isimli devasa bir adamın Almanya hükümetine kafa tutmasının ardından açık bir şekilde Yeni Zelanda hükümetine rüşvet verip oturma izni almasıydı.

Televizyon izleyenler, hackerların internet üzerinden binlerce kişiyi dolandırdıklarını duymuş olmalılar. Bu demek oluyor ki internette de "suç" olarak tanımlanan birçok faaliyet dönüyor. Yalnız tüm bu hackerların haklı olduğu bir nokta var ki internetteki bilgiler sansürlenemez. Bu konuda haklılar haklı olmasına da bu puştlar bir yandan da banka hesaplarımızı hortumluyorlar. Külahları değişmeyelim.

Kim DotCom 2 metre boyunda 140 kilo bir insan evladı. Genç yaşta Nasa'nın güvenlik sistemini atlatmış, download siteleri kurmuş ve bu web işlerinden yüklü miktarda da para kazanmış. Çeşitli sebeplerden dolayı Almanya'dan sınırdışı edilmiş, Hong Kong'dan da öyle ve sonunda gelmiş Yeni Zelanda'ya yerleşmiş. Adam zengin ve dahi. Yeni nesil mafyacılık yapıyor. Yatlarıyla, lüks arabalarıyla pozlar veriyor paraları karı kızla yiyiyor. Diğer bir yandan da bu adam bir aralar Call of Duty Warfare oyununda dünya birincisiymiş. Hangi ara vaktin oluyor da gidip çolukla çocukla yarışıyorsun be ayı. Bu adamın hikayesinde ilgimi çeken şey bilgisayar sistemleriyle zengin olup, mafyamsı bir mertebe ulaşması ve bir yandan da deli gibi oynadığı bilgisayar oyunlarından vazgeçmemesiydi. He tam bir göt çocuğu orası ayrı.

3 Aralık 2012 Pazartesi

bir götlük yer açın

toplum bizi şekillendiriyor diyorlar ya. çok doğru. otobüse ne şekil biniyorsak o şekil kalakalıyoruz. böyle böyle şekilleniyoruz. götü otomatik kapıya kaptırmadığımız sürece sıkıntı yok gerçi. mahalle baskısıda buna benzer bir şey mesela. sen otobüse binince tüm mahalle de sana binmiş oluyor. herkes birbirine baskı yapıyor. kim kime dum duma. mahalle baskısı yapmayın yaptırmayın. ha ayrıca jakoben tavırlar da görmüyor değilim otobüste hani. bazı insanlar koltukta otuyor, oturdukları yerden ahkam kesiyor. yok çükün omzuma deyiyor, yok çantan ağzıma giriyor. ordan konuşmak kolay tabi. pis jakoben.

şimdi her yere otobüs,araba veya uçak ulaşımı var diye istediğimiz noktaya ulaşabiliriz hissini yaşıyoruz. kerizlik. ben haftasonu kalkıp emirgan'a gittim diyelim. dönebileceğim, üzerinde yürüyebileceğim metrekare belli. raylı tren gibiyim. park yeri zaten yok denecek kadar az. kahvaltıcılar tıklım tıklım. ben fazlalık oluyorum galiba burada. alınmaya başlıyorum. aşkolsun. oraya gittin de noldu gene 5 m2 içinde dönüp duruyorsun.

insan kafasını kaşırken yanındakinden izin ister mi. böyle bir absürtlük var mı? var. toplu taşımada, konser alanında sıkışan vücutların hareket kabiliyetleri sıfıra inmişken böyle bir saçmalık var. öteyandan internet çok cömert. orada bolca yer var. her yer bahçe bostan. dışarda bacakları aça aça yürüyemiyorum elim kolum millete çarpıyor. oysa internette yaylana yaylana yürüyorum. yolun ortasına bile oturuyorum. kimse bir şey demiyor. ne güzel.

bir evimiz vardı ferahfeza. şimdi ona göz diktin pis. stüdyo daireymiş, minimalist tasarımmış, pratikmiş sikmiş sokmuş. yemezler güzelim. sokucaksın bizi kibrit kutusuna en sonunda ve gönlün huzuru bulacak. insan manzaralı evim var. tamam belki deniz görmüyor ama kaldırımdan karşılıklı olarak iki-üç kişi gelince çok nefis dalga oluyo. çok süper. hemen bir esinti vuruyor pencereme. işte o esinti hep toz yapıyor.