28 Şubat 2013 Perşembe

Tıh tıh tıh

Ah sıradanlık uf monotonluk kah kısır döngülerle nefesimizi tüketiyoruz. Varlıkları yüzünden değil, bunların sürekli telaffuz edilmesiyle yıpranıyoruz. Kelle, günleri çok sıradan olmakla suçluyor. İnce belli, kısır döngünün içinde boğulup gidiyor. Karışık sembolik hikayecikler ortaya çıkıyor. Eğer çarşamba günü ile 3 sayısını kafanda eşleştirip birleştirmiş isen programlanma işlemin tamamlanmıştır diyor. Sabah otobüsünde sabit duran mutsuz enseler günü nasıl kurtarsam diye düşünüyor. Tamam tamam sabahki uyku sersemliği ya da iş çıkışı yorgunluğu bunu hissettirebilir.

"Yatak sürekli büyüyor küçülüyor. Döşekte bir dev gibiyim, bir kaybolup düşecek gibiyim. Çöp kutusuna dönüşüyor vücudum. Gazete kağıtları ve gofret paketleriyle kaplanıyor her yerim ve sürekli dert dinlerken buluyorum kendimi. Birden masadaki müşteri kalktıktan sonra çöpe atılacak bardak altlığına dönüşüyorum ve ardından çöpe atılıyorum. Çöp konteynırına doğru yolculuk ederkene çöp kardeşlerime kucak açıyorum. Kumbaba sapığı hakkında yazılmış bir manşetinin üzerine düşüyorum. Çöp kutusunda kenara atılmış bir biçimde uykuya dalacakken birilerinin Sporcuyum ahlakımı bozma bak ezerim gibi konuşmalarını duyuyorum". Bu hikayeyi rüyanda kurguladın di mi? Aslında dışarıdan bakıldığında odan buram buram insan ırkı kokmuş. Uyku kokmuş. İnsan gazı, nefes boşluğu ve yağlı kafa kokmuş. Dana gibi uyuyosun. Gofret çöpüyle veya bardak altlığıyla işin yok. Sadece dana gibi uyumuşsun ve çişin gelmiş. Fakat hala sembolik ögelerle örülü bir rüya halinin etkisindesin. Yüzüne soğuk suyu çarpınca aynayla yüzleşiyorsun.

Gün içinde çok kişiyle "iletişime" geçiyoruz. Baz istasyonu gibiyiz. İletişim trafiğimiz yoğun. Kurulan ilişkiler karmaşık. Bir kişiyle dost veya sevgili olurken bir tek onunla özel bir ilişki kurduğunu düşünüyorsan yanılıyor olabilirsin. Bir kişiyle sevgili olurken 150 kişi de beraberinde paket olarak eklenir.

Hadi dostum/sevgilim/aşkım/tavşanım/hacım akşam dışarı çıkıyoruz. Bir 200 kişi de labada lubada onun beraberinde geliyor. Yaptığın işten 500 kişinin haberi oluyor. Yıl dönümünde kız arkadaşına özel bir şey yapmadın diye kız arkadaşının dışında bir de 25 kişilik bir kız konseyine hesap veriyorsun. Tıh tıhlanıp yargılanıyorsun. Biriyle beraber olmaya karar verdiysen 150 kişi üstüne biniyor. Taşmasın bu insanlar bir kaba sığsın diye kenarından kenarından itekliyorsun ki düşmesinler sağa sola. Yanımda hepimize yetecek kadar et ot alkol sevap var kalkın gidiyoruz buradan.

25 Şubat 2013 Pazartesi

Adaletin demir yumruğu: kitleyen adam

Bizim insanımız tembel hep yatsın ister. Bizim insanımız cahil önüne gelene oy verir. Bizim insanımız çok değişti eskiden cillop gibiydi şimdi puşt oldu. Buralar böyle bostandı beeh şimdi diktiler kuleleri tam orta yerlere. Gibi gibi söylemler hepimizin kafasını zaman zaman siker durur. Şu gençler önünü göremiyor göz göre göre yanlış yapıyor. Ah şimdilerde biz genç olacaktır var ya. Biz ne ateşli ne akıllı ne süpersonik gençlerdik öyle.

Adaletin sağ kolları, geçmişin vesikalıkları paleontologlar geçmişimizin daha iyi olduğunu şimdilerde gençlerin puşt, yönetimin yavşak ve yaşayan insanların da aptal olduğunu iddia ederler. Fakat şu hiç hesap katılmaz ki tüm bu nesil Atlantis'ten mi göç etti bu nesli kim yetiştirdi ey adaletin sağ kolu. Dul Hatice'ye mahalleyi dar eden, faşiste, komüniste, anarşiste,muhafazakara,orta yolcuya veya çiçek çocuğa ölüm! diyen sen değil miydin sevgi dolu olup geçmişin savunucusu olan bey amca, hanım teyze.



Evet klavyelere bağımlı kaldık bir ömrü PC başında çürütmeye baş koyduk. Ar namus kalmadı onun bunun bacısına sarktık yaşlıya yer vermedik onunla alay edip onun derin bilgi dağarcığından yararlanamadık. Sen de haklısın. Eskiden böyle miydi tek vapurla karşıya geçer dondurmanızı yerdiniz. Kızlar ise 10 cm etek giyer içlerine de don giymezlerdi. Çok "modern" dik dik çok nasıl oldu da bugünlere geldik. Ne güzel diskoteklerimiz, sıkı yönetimlerimiz, şirin şirin komutanlarımız ve ateşli sevdalarımız vardı. Şimdiki insanlar çok saygısız ne olduysa 80'li yıllarda dünyamızı işgal eden Marslılar yüzünden oldu. Biz gül gibi geçinip gidiyorduk.

Eski bir miti anlatırcasına etrafta sessizlik ve gizem hakimdir. Gözlerini gözlerinin içine sabitlemiş her söylediğine onay bekler durumdadır. Anlatmaya başlar. Eskiden boğazda yüzerdik. Şimdi siz peeaah böyle genç mi olur. Kürek çekerdik Beykoz'dan Üsküdar'a nefes almadan ara vermeden 15 dk da varırdık...

Bütün bunları anlatan kuşak altın kuşaktı. Cevherdi mücevherdi onlar. Posta, bulmaca, sözcü, sudoku, Takvim, Akşam derken tüm hayalleri söndürüldü yoksa onlar adaletin temsilcisi olup günümüz kurtarıcıları olacaktı. Onlara yeterince şans tanınmadı abisi. Şimdiyse yeni alanlara adım attılar. Gençler ve onların sorunları. Gençler ve onların ah o anlaşılmaz halleri. Oysa bilge moruklar tarafından tam ayağa oturacak orta açılmıştı bizlere de biz voleyi çakamadık. Çakamadık A.D.Y.K.A kusura bakma vuramadık.

20 Şubat 2013 Çarşamba

İçimizdeki Blanka

Şiddetin doğuştan insanın genlerinde mi olduğu yoksa zamanla kültürel olarak toplum tarafından mı aktarıldığı mevzusu yüzyıllardır tartışılsa da bu konuda kesin bir yargıya varılamamıştır. Bu mevzuda kesin bir yargıya varmak güç olsa da her halükarda birey kendini hayatının bir bölümünde şiddetli bir olayın ortasında buluverir. Özellikle de erkekler öyle ya da böyle hayatının bir döneminde kendini bir kavganın veya şiddetli bir tartışmanın içinde bulur. Testosteron dediğimiz başına buyruk hormon da buna sebebiyet veren en önemli iç etkenlerden biridir.



Evet hepimiz bir düzine kavgaya tanık olmuşuzdur. Küfürler, tükürükler ve havada uçuşan tehditlerle dolu bir testosteron karnavalı. Filmlerde ve dizilerde de bu kavga dövüş olaylarını çok izlemişizdir. Özellikle aksiyon filmlerindeki kavgalar genellikle çok artistik bir şekilde gerçekleşir. Filmdeki aktör havalı bir cümle kullanıp karizmatik bir hareket yapar sonrasında da muhtelif tekmeler yumruklar bir nehir gibi akar gider. Olaylar çok nettir. Yumruklar hedefi bulur. Filmlerde ve video oyunlarında kim kimin ağzına kaç kere vurdu kim bayıldı uçtu gitti yok oldu hepsi gayet açıktır. Havada uçuşan "ne diyon lan sen" , "mnı goduumuun" veya "sen kimsin lan" gibi sözcük öbekleri yerine "bana bulaştığına pişman olacaksın lanet herif" " veya "sana bu yaptığı ödeteceğim kum torbası" gibi daha öznesi yüklemi yerli yerinde cümleler sarf edilir.

Gerçekte yapılan bir kavga kesinlikle hayal edildiği gibi ya da zihinde kurgulandığı gibi gerçekleşmez. İtmeler, boğaza sarılmalar, yaratıcılıktan uzak küfürler, uçan ayakkabılar, yırtılan gömlekler, gevşeyen tişört yakaları, tekme savururken ayrılan pantolon apış araları, yumruk sallarken koltuk altı yırtılan pardösüler, düşen telefonlar, saçılan bozuk paralar ve daha niceleri. Gerçekte hiç bir zaman tam anlamıyla epik bir kavga yaşanmaz. Bütün gün kıç üstü oturan ya da sırt üstü uzanan bünye kavga anında orantısız adrenalin salgısıyla dolar ve bu adrenalinle ne yapacağı şaşıran kişi hayatında yapmayı hiç düşünmediği enteresan hareketleri eyleme döker. Gerçekleşen kavgalar çok nadir net bir galibiyet ya da mağlubiyetle biter. Kavgalar genellikle "beni ayırmasaydınız onu gömecek idim gömecek" ya da "elimde kalacaktı şerefsizin evladı" gibi tepişme ertesi değerlendirmelerle sona erer. Gerçi iyi ki de böyle sona erer. Kimse kavga ederken kafası gözü yarılsın istemez fakat bunu kendine çok fazla itiraf da etmez. Yiğitliğe bok sürdürmez.



Dediğim gibi kavga ettiğin kişiye net bir ayar verme genelde filmlerde veyahut oyunlarda olur. Gerçekte ise adrenalin kavga sonrası yerini sürekli inip çıkan tuhaf duygulara, gevşeyen kazak yakalarına ve hüzünlü iç hesaplaşmalara bırakır. O yüzden siz iyisi mi filmlerde ve oyunlarda gördüğünüz hareketleri evlerinizde deneyin çünkü dışarıda bir kavga olduğunda ne olduğunu anlamadan birisi yakanıza yapışacak, gözlükler yerlere düşecek ve salyalar akacaktır. Bunların hepsini geçtim kavga da etmeyin. Tekken oynayın, Mortal Kombat oynayın, Street Fighter oynayın. Adamlar oturup o kadar oyun yapmış sen niye kendini yoruyorsun. Sende yani.

18 Şubat 2013 Pazartesi

İçhödö

Tayyör veya takım elbise giyip, akıllı telefon ve araba anahtarını cebimize koysak da içimizdeki mağara insanından çok uzağa kaçamıyoruz. Burberry trençkotun altında hala entrikacı ve acımasız bir roma kadını, en şekilli erkek güneş gözlüğünün altında da pusuya yatmış tetikte bir avcı gizleniyor. Hayvan belgesellerinde gördüğümüz alfa erkeği ve beta bacısı kaldırım ve otobanlarda kol geziyor. Şeklimiz şemalimiz tavrımız taktiklerimiz belki biraz değişti ama içimizde hala genini aktarmaya çalışan bir dağ tavşanı güdüsü veya kesesinde yavrusunu taşıyan bir kanguru yüreği var.

Güven sağlama hesabı el sıkışıp uzun uzadıya anlaşmalar imzalasak ve efendi hanfendi hitaplı cümleleri arka arkaya kombo yapıp sıralasak da hayvani içhödölerimizi uzun süre saklayamıyoruz. İki erkek tokalaşırken karşısındakinin endamına bakıp içinden "alırım ki ben bunu lan güreşsek" tekerlemesini söyler. Diğer bir yandan da kadınlar hemcinsleriyle tanışırken karşısındakinin vücudunu uuuzuuun uzun süzer ki kendine rakip mi değil mi kafasında onu kodlar. İşte tam bu noktada zayıflama hapı satıcıları, spor salonu sahipleri ve organik ürün pazarlamacıları ekmek yer. Ekmek önemli. Temel bir besin gıdası en nihayetinde.

NOT: Beyaz ekmeğe selam vermeyin onunla göz temasına girmekten kaçının , siyah ekmeğe de merhaba merhaba o kadar

13 Şubat 2013 Çarşamba

Organların hiyerarşisi

Bazı organları durduk yere yücelttiğimizi düşünüyorum. Belki de onları yersiz övüyor ve göklere çıkarıyoruz. Bazen onlara tamam koçum iyisin iyisin de şu eleman da güzel çocuk be aslanım diyebiliriz. Yıllar yılı geri planda kalmış organlara da sevgi göstermeliyiz. Mesela böbrek. Mesela karaciğer. Bunlara hep ikincil organ gözüyle bakılmıştır. Onlara siz olmasanız da olur ya benim kalbimi söktüler kalbimi beaa abijim diye böğürüp duruyoruz.

Mide. Bence mide çok özel ve önemli bir organ. Kalbin yumuşak ve konforlu tahtına oturacak nitelikte özelliklere sahip, zorlu koşullar altında bile sonuna kadar çabalayan bir savaşçı. Bu hazır asker kahrımızı çeker genetiğiyle oynanmış elma boyutundaki çilekleri yok yimem demeden öğütür gider. Asidik ve çürümüş bir ortamda yaşar. Tıpkı bir maden işçisi gibi tehlikeli ortamlarda varlığını sürdürür.

Organlar arasında bile bir hiyerarşi vardır. En üstteki organ (mesela beyin) en değerli et parçası olarak kabul edilir ve vücudun alt kısımlarına doğru inildikçe organlar çok fazla siklenmezler. Üst üste binmiş bu organlardan beyin patronluk taslar barsak emek işçisidir işini yapar. Mideler ve bağırsaklar bozulup arıza çıkarmadıkları sürece fark edilmez ve takdir edilmezler. Ama kalp öyle midir. O sızlar cızlar mızmızdır. Nazı niyazı bitmez. O yöneticidir ve diğer organların başında adeta bir çoban gibidir. Biz gene organları birbirine kırdırmayalım ama. Yazıktır günahtır.

Kalbe bir düzine soylu özellik atfedilir. Kalp kırılgandır paramparça olur, kalp duyarlıdır bazen çok hızlı atar, kalp hassastır her şeye alınır vesaire vesaire.... Peki ya mide? Utanmadan iddia ediyorum ki mide daha duygusal bir organdır. Stres altındasındır miden büzülür, yanar, mahvolur. Aşık olursun sıkışır, ekşir, gaz olur. Hastalanırsın darma duman olur dalgalanır da durulmaz. Mide çok şeye maruz kalır, dışarıdan alınan maddelerle o muhatap olur. İnsan Kaynakları Departmanı gibidir. Geleni gideni o buyur eder. Alım-satım müdürüdür neyin alınacağına neyin sıçılacağına o karar verir. Gümrükçü gibidir giren çıkan mal ondan sorulur. Duygusal organ mide hep kalbin gölgesinde kalmıştır. Hep kapitalist marketin oyunları bunlar :) Mide de hassastır ve her şeye tepki verir. Gün içinde daima kendini hissettirir ve adeta ben buradayım der. İletişimi irtibatı koparmaz. Acıkınca, doyunca, üzülünce, sinirlenince, sevişince veya zarar görünce hep bize seslenir. Bu sevgililer gününde bir değişiklik yapıp sevgilinize kalp şeklinde bir yastık yerine kasaptan büyükçene bir dana midesi alın ve sevdiciğinize hediye edin. Şaka lan şaka danalığa lüzum yok.



(Resimdeki barbi dizaynı: Jason Freeny)


6 Şubat 2013 Çarşamba

CM- Cemaat motorcycle


belki bazılarınız bilirsiniz mc lakaplı motosiklet çeteleri vardır.bunlar kadın ticareti yapar, uyuşturucu satar, adam vurur, haraç toplar veya herhangi bir mekanın güvenliği falan sağlarlar. türkiyede bunlardan pek yoktur. zaten buna imkan sağlayacak ortam da pek yoktur. malum esnafı, yerlisi, muhtarı, zabıtası, mahalle delikanlısı varken bunlara pek sıra gelmez. bunlar genelde amerika ve almanyada yaşar, belli bir bölgede racon keser ve bazen de kovboy misali yollara düşerler. dövmeli, deri ceketli, uzun sakallı, güneş gözlüklü olmaları ve bol bol da bira içmeleri de adettendir.

bizdeki motorcuların bir çoğu efendi çocuklardır. zaten motor kullanmakla yeteri kadar asilik yapmış olduğunu düşünen bu insanlar bir de üstüne itlik serserilik yapmayı gerekli görmezler. o yüzden türkiyede alnı açık, ense tıraşı düzgün, gönül dostu, çay sever motosiklet grupları vardır. bu gönül dostu simit sever motorcuların en asisi top sakal bırakıp fem dershanelerinde edebiyat hocalığı yapan esmer adamdır. türkiyenin çeşitli yerlerine tur düzenlerler. genellikle chopper tarzı maço motorlar yerine scooter benzeri motorları tercih ettikleri görülür. kareli mühendislik öğrencisi gömleği içinde, alnı terlediğinde üşütüp hasta olmasın diye bandanası da cebindedir.

hafız sakaryada duraklayalım orada mustafa abi var çok güzel döner dürüm yapar parmaklarını yersin çayımızı da içeriz ha ne dersiniz şeklinde konuşmalar içinde bir oraya bir buraya gezen bu motosiklet kulüpleri mustafa abinin dostu rakın rol dinleyen harleycinin düşmanıdır. ha bu konu nereden aklına geldi derseniz hafta sonu çılgın dövmeler, deri ceketler, ilginç sakal bıyıklarla kahveye oturmaya gelen ve kahvede çalışan çocuğa "abi 15 kişi olucaz bize güzel bir masa ayarlayabilir misin" diyen "sex, drugs and rakın rol" tarzına uygun görünüme sahip lakin ada çayı içen motorcu dayıyı görünce aklıma geldi. selametle.