30 Mart 2013 Cumartesi

Robotların istilası

Telefonumun çalan alarmından yaklaşık 45 dakika sonra uyanmıştım. Uyanmak istemediğimi ve yorgun hissettiğimi söylememe bile gerek yok. Lakin söyledim. Şu saatte uyanmak istememem ne yazık ki haklı bir dayanak olarak kabul edilmiyor. Sıra sabah temizliğinde. Kalkar kalkmaz kahvaltı yapmayı sevmem. İlk önce onu hak etmem lazım. Sabahları insanların yaratıcı olduğu yalan değil. Geceleri de öyle. Dışkı, dışkı habercisi, bahane, ürik asit ve türevleri hep gündüz uyanınca yaratılır. Kişinin yaratıcı faaliyetler gerçekleştirdiği vakitler tanrıya en yakın hissettiği anlardır derler. Buna da evet. Dışkılama eylemi yaratıcıdır. Okur, üretir, düşünürsün. Bir kimyageri kıskandıracak derece diş macunu içeriği bilmemi okuyacak dergi/kitap bulamadığım tuvalet seanslarına borçluyum.

İşe gene geç kalmıştım. Sokağa çıktığımda etraf sessizdi. Bakkal kapalıydı. Gazeteler daha gelmemişti. Etrafta kimseyi görmüyordum. Sokağı dönünce bir insana rastladım ve belli ki canhıraş işine koşturuyordu . Sonra sonra başka insanlar da gördüm ve içim rahatladı. Doğru yerdeydim. Fakat ortamda bir gariplik vardı. Bu koşuşturan insanları tanımıyordum. Olağan bir şey. Bu insanlar her gün beraber yürüdüğüm veya yanından geçtiğim insanlardan çok farklıydı. Olası bir Robo-Zombi istilasını düşündüm. Sonrasında bu düşünceyi zihnimden kovdum. Bedenimi omurilik soğanıma emanet etmiştim. Her gün yürüdüğüm yollardan yürümek için beynimi rahatsız etmeye gerek yoktu. Dinlensin zavallı.

Kendimi otobüste buldum. Oldukça boştu bu otobüs. Oturacak yer bulabildim manasında. O da nesi. Bu sabah yıllardır karşılaşmadığım bir türle göz göze geldim. Liseli. Azman gibi bir sürü genç her durakta otobüse doluştu. Belli ki birbirlerini tanıyorlardı. Çiftleşme mevsimindeki geyikler gibi kafa kafaya tokuşturdular. Okula gidenlerin hepsi birbirini tanıyor olmalıydı. (Belki de ortada gizli bir örgüt vardı?) Bana ise otobüsteki insanların bir teki bile tanıdık gelmiyordu. Birini gözüm bir yerden ısırıyormuş gibi geldi ama yok bacağım kaşınmıştı. Hart hurt kaşındım. Başka bir gezegene ya da zaman dilimine fırlamış olabileceğimi düşündüm. Karşımda oturan insanların gözlerinin içine baktım. Hepsi bir şey biliyormuş da bana söylemiyormuş gibiydi. Hiç fire vermediler ve göz temasından kaçındılar. Bir şeyler vardı. Kıllanıyordum. Mutfak robotları ve akıllı telefonlar Beşiktaş'ı ele geçirmiş olabilir miydi? Herkes telefonlarının ekranlarına bakıp gözlerini onlardan ayırmıyordu. Belli ki akıllı telefonlar üzerinden yayınlanan gizli bir bülten vardı ve benim bundan haberim yoktu. Video oyunlar ve filmlerden kendi varlığıma inanamaz olmuştum. Bir nevi ölümsüzüm. Bu yaşa kadar izleyip, oynadığım her şey beni ölümsüz yapmıştı. Kendi hayatımı bir avatar yönetme disiplini ile yürütüyordum. Başka hayatı da yaşayabileceğim düşüncesi doğduğumdan itibaren zihnime yerleşmişti. Tüm o dijital dünya reekarnasyon fikrini bana benimsetmişti. O yüzden akıllı telefonların dünyayı ele geçirebileceği senaryosu mantıklı gelebiliyordu.

Otobüste saati gösteren dijital ekrana baktım. Saati benim telefon saatimden bir saat gerideydi. Yuh koskoca Büyükşehir belediyesinin hatasına bak deyip otobüsten indim. İşe geldim. Henüz benden başka kimse gelmemişti. Güvenliğe şüpheyle yaklaştım ve sordum "herkes nerede?". Daha gelmediler dedi. Hmmm dedim. Şüphem artmıştı. Sonunda o kritik soruyu sordum: "Saat kaç?". Dedi 8:06. Nasıl olur demedim. Ortamdaki gizem artmıştı. Sağı solumu kontrol edip asansöre bindim ve yukarı ofise çıktım. Bilgisayarımı açtım saat 8:10. Güvenlik haklıydı. Sinsi telefonum bana bir oyun oynamıştı. Saati otomatik(?) olarak bir saat ileri alıp bana küçük bir zaman yolculuğu yaşatmıştı. Bildiğin zaman yolculuğu yapmıştım. Ben saat 9'da yaşarken diğer insanlar saat 8'i yaşıyordu. Telefonuma garip bir gülümse ile baktım. Zaman yolculuğu ne acayipmiş lan deyip tuvalete gittim ve yüzüme soğuk su çarptım. Telefonun neden böyle bir oyun oynadığı ise hala gizemini koruyor... Telefonumun bir robot isyanın başlangıcının habercisi olmadığı ne malum.

27 Mart 2013 Çarşamba

Horoz karası

Kapı çalındı...
-"Kim o?" dedim
-"Ben Tanrı misafiriyim" dedi
-"Tövbe de lan" dedim
-"Valla yeminlen" dedi
-İyi hoş güzel de sen beni biriyle karıştırdın abisi ben Tanrı değilim yanlış kapıya geldin herhal?
-Sen hele bi aç da...
-İyi de ben kimseyi bekliyordum?
-Çok acayip şeyler olacak çok acayip...
-"Tamam" dedim ve kapıyı açtım...
Sakallı bereli tıknaz bir adam yağmurdan sırılsıklam olmuş. Hop dur etme eyleme derken "sağol yiğenim sağol" diyerek eve daldı. Nefesi şarap kokuyordu. İyi lan dedim ne güzel, adam cennette nefis takılıyor diye düşündüm. İçimden söyledim bunu. Evet. İç sesimi duyar diye inceden kıllanmıştım. Sonuçta benim değil tanrının misafiriydi. Sağı solu belli olmaz. Sustum düşünmemeye çalıştım ama ayakları kokuyordu. Abi dedim hayrola eve daldın zart diye nedir isteğin? "Çok acayip şeyler olacak hem de çok acayip" dedi. "Bana biraz şarap koysana he var mı çarapın çarap" diye devam etti. Bu laftan sonra gerçek kimliği hakkında biraz şüpheye düştüm. Baktım buzdolabında bir bira var açtım ona getirdim. Lıkır lıkır gömdü birayı. Susamış zaar. Hepsini içtikten sonra da güzelce bir geğirdi. Dedim dayıcım nereden fırladın bu saatte Tolstoy romanından mı? Ne işin var burada? Tekrar "Çok acayip şeyler olacak çok acayip" dedi. Lan dedim dellendim. Tuttum kolundan bastım kıçına tekmeyi kapı dışarı ettim. Tekmeyi yiyince tabi düştü ve cebindeki tüm bozuk paralar apartman merdivenine doğru saçıldı. Hemen koştum topladım. Bacağıma sarılıp "yapmaeeğğ" diye böğürüyordu. Baya bir bozuk para çıkmıştı moruktan. İyi de oldu ayın sonu yaklaşıyordu. Saydım saydım kumbarama attım. Sonra vurdum kafayı uyudum. Rüyamda top sakallı ve oduncu gömlekli başka bir dedeyi gördüm. Saçları Tarık Mengüç gibi yapmış, sarıya boyatmış. Neyse ki gene sabah oldu ve uyandım. Gazetemi almak için kapımı açtım. Baktım dünkü avatar dede hala yerde yatıyor. Gittim yaşıyo mu diye baktım. Yaşıyo. Başını okşayıp kapıyı kapatıp eve girdim. Günahlarımdan arındım.

resim:(http://reform.lt/data/images/2012/08/tumblr-m6gbdcltba1qfllfmo1-500.jpg)

14 Mart 2013 Perşembe

Çok yaşa demesem ev araba alırdım

Geçen gün arkadaşlarla muhabbet ederken hayatımızda gereksiz gördüğümüz halde geniş yer kaplayan sözler ve ritüellere son verirsek ne kadar vakit kazanmış oluruz diye düşündük. Bakın yine vakit kaybediyoruz. Çok uzun cümle kurmuşum. Her neyse baktık neleri eksiltebiliriz, nereden nasıl kısa keseriz de bol bol zaman biriktiririz dedik. Bir yarım saat konuştuk bunu. Baktık vakit kaybediyoruz konuyu değiştirdik. Sonra baktık yeni muhabbet sarmadı gene eski muhabbete döndük. Bu sırada tekrar vakit kaybettik. Hayatımızdan günaydınları çıkarmış olsaydık çoktan bir yazlık bir de kışlık ev almış olurduk diye düşündük. Hele "çok yaşa sen de gör" leri günlük akışımızdan çıkarsak yat bile alabilecektik. Sonra baktık boş konuşuyoruz koy götüne dedik. Zamanı kazanıp da neremize sokacaz.


(gene sahibini bilmediğim bir fotoğraf. yaşasın korsan paylaşım. bu kare bireyin aymazlığını anlatıyor. belki de sadece erojen bölgelere kırılmış bir çift yumurta. bak şimdi karar veremedim. aha bir vakit kaybı daha!)

Melankolik gibisinden

Gün doğumları ardı sıra değiştikçe zamanın geçtiğini kabul ediyoruz. Bu süreçte vücudumuz yıpranıyor. 18 yaş yeni aldığın bir oyuncak. Tabi bu da eğer şanslıysan. Vücut zımba gibi sıfır kilometre. Bir şeyler için yetkin olabilmenin başlangıcı. 18 yaş yeni açılmış bir teneke peynir ya da yıllanmış bir şarap. Vücut o yıla gelene kadar zor zahmet yetiştirilmiş olsa da açıldıktan sonra hızla çürümeye ve kokuşmaya başlıyor. 18'in üstüne seneler bindikçe vücut arızalar çıkarmaya başlıyor. Kol bacak böbrek mide ciğer kafa. Bedenini hunharca kullanmışsındır. Uzmanların onayladığı kremi cildine boca etsen de fayda etmez. Süreç başlamıştır. Artık oyuncak gözünde değerini yitirmiştir. 2.el ilanını sırtına asıp hafif kamburca yürümeye devam edersin.


(fotoğrafı nereden bulmuştum hatırlamıyorum kusura bakma sahibi)

4 Mart 2013 Pazartesi

Akıllı bıdık

(Uyumadan önce beynime gençlerin sevdiği düşünür Gilles Deleuze şöyle bir uğradı. Uykum da biraz kaçtı açıkçası. Delüz baba aniden çıkıveren "enlarge your penis" reklamı gibi zihnimde belirdi. Yeni model aksakallı dede. İki rüya arası reklam mahiyetinde beliriyor. Delüz babanın da belirttiği gibi, insanların günlük yaşamlarına "boktan bir film karesi veya ucuz bir prodüksiyon" olarak bakar hale gelmesi gece gece içime dert oldu. Günlük hayatın ucuz bir film karesine benzetilmesi fikri yaşadığımız güne lanet okuma hakkımızı iki katına çıktı. Kriterlerimiz değişti. Çıtalar yükseldi. Birey her gün televizyonda ya da internette kendisinden daha güzelini, daha zengini, daha hazırcevap olanı veya daha güçlüsünü görerek tüm egosunu yıprattı. Tüm bu görsellik bolluğu ve imaj bombardımanları çoğu kimseyi daha mütevazı olmaya yanaştırmadı bile. Aksine onları hırslı birer tanrıya dönüştürdü. Bazıları da sürekli olarak kendini kandırırken milyonlarca mükemmel yalancı yarattı.

Direksiyonu kırdık ve cehenneme saptık. Sosyal bir cehennem. Her türlü pazarlığın yapılabileceği bir market yeri.Daha fazla çalıştık, daha fazla içtik ve daha çok kişiyle sikiştik ama ne yaptıysak fayda etmedi. Televizyondaki her zaman bizden bir adım ilerdeydi ve bu bizi kahrediyordu. Sürekli yeni bir seri, yeni bir hedef bizi dürtüp duruyordu. Seri katiller, dahiler, çapkınlar ve girişimci zenginler bize tüyolar vermeye devam etti. Bir banka en güzel nasıl soyulur? Kadınlar ne ister? Kısa yoldan nasıl milyoner olurum? En ukala, ulaşılmaz ve kıvrak zekalı olmak çok da zor değil mi yoksa?



Olası kanser, "terör" ve kazalarda ölmediğimiz sürece tüm bunlar planlanıp sıralara kondu. Söz veriyorum teker teker hepsini gerçekleştireceğim. İlaçlarımı alıp iyi bir vatandaş olacağım. Şefkatli, boklu ve kanlı ellerinizi öpeceğim. Beni eğittin, besledin ve büyüttün. Çünkü böyle olmalıydı. Senin yanında ve birliğinde yer alıyorum. Amin.

Baş belası olma çözüm ol. Kuru olma guru ol. Ev kurma onu dekore et. Çünkü sen en iyisini hak ediyorsun. "Maymun" değiliz ki biz! Bu en büyük savımız. Akıllı evler kurup akıllı çevreler edinmeliyiz. Akıllı akıllı yaşamalıyız. Çöp kutusundan tut meyvesine kadar akıllı olmalı. Aklını başına devşir. Akıllı ol lan! Güzel bir sahne seçip oynamalı ki KanalTürk'te yayınlanan tarihi geçmiş aksiyon filmi olmamalı akıllı insan. En büyüğünden üç boyutlu prodüksiyon olacağım. Her şey net, berrak, kesin ve keskin)