28 Aralık 2014 Pazar

Gezmen

Olacak diye değil ya oluvermiş kişilerden teki. Empati yoksunu değil fakat bir benci, tekçi ve var tek bir bilinci. Ara sıra girer çıkar bir başka yürüyen adıma, nefes çeken ciğere, yoldan geçen bir başka birine. Var olma isteği kadar yok olma isteğine de sıkı sıkıya bağlı, kendince bir senaryo yazma peşinde hem kaderci hem de hassiktirci.

Sinemada izlediği robotun duygusallığından derinden etkilenmiş. Otobüsün duraktan kalkış zamanını 2 dk sonrası olarak gösteren akıllı telefonuna küfürler savuruyor ve koşarak yakaladığı otobüsün anca orta kapısından binebiliyor. Cüzdanından çıkardığı öğrencilikten kalan fotoğraf basılı seyahat kartını, hak geçmesin kart geçsin diye ön safhalara uzatıyor. Bu sıkışık otobüs, kendinden emin kişiyi bile kendi benliğinin bir emir kulu gibi hissettiriyor. Kontrol artık topluluğa geçiyor. Benliğinin hisseleri, dirseğini kafasına geçirmemeye çalıştığı teyze, çantasıyla rahatsız etmemeye çalıştığı amca ve tüm diğerleri arasında eşit olarak paylaşılıyor. Benliğine çoğulcu bir vekil atanıyor. Fakat bu durum uzun sürmüyor ve 5-10 saniye içinde benlik şirketindeki tüm hisselerini geri alıp gene kendinin patronu oluyor. Sağını solunu belleyip kontrolünü tekrardan ele geçiriyor. O kendi işine bakar arkadaş. Herkesin biricik benliği dışında kalanları figüran olarak gördüğü ve varoluştan torpilli biriciğini baş role koyduğu aşikar olsa da; bunu açık etmek neden ayıp olsun. Onun derdi ona yeterdi; o dertli.

Küçük endişelerinden biri daha kalbine hücum ediyor. Seyahat kartı sağ salim akbil meşine ulaştı mı, ulaştıysa geri dönüş yolunu bulabilecek mi? Biraz küçük hesapçılığından utanarak, biraz da kendisinin olana sahip çıkmanın haklı gururuyla otobüsün ön kısımlarına doğru hafifçe bir göz atıyor.Belli ki resminden tanımış, elinde onun kartını tutup sağa sola bakan ön safhalardaki eski sevgilisini görüyor.

Otobüsün popüler bir durağa gelmesi ve orta kapının birden açılıvermesi de hemen hemen aynı anlara rastlıyor. Orta kapının ağzında olduğu için inenlere yol vermesinin en büyük insani görevi olduğu saniyeler... Kapıdan iniyor ve inenlere yol veriyor. İnenler bittiği zaman orta kapıdan hemen otobüse geri atlıyor. Biner binmez ön taraflara, eski sevgilisinin göründüğü koordinatlara bakıyor fakat nafile; o gözden kaybolmuştu bile. 5 saniye sonra da seyahat kartı eline ulaşıyor. Biri resmine bıyık çizmiş. Islak bir bıyık. O artık bıyıklı bir gezmen...

13 Eylül 2014 Cumartesi

Samimiyetsiz kurba

Ben kaos istiyorum. Ayrıca bir araba, en az 3+1 ev, bir de garajım olsun tabi. Güzel bir sevgili, akıllı da olsun. Çalışan bir belediye istiyorum, hizmet için gelsinler. Bokum Beach'i seviyorum. Bazen dünya barışı da istiyorum. Sonra bakıyorum sakallı teröristleri sevmiyorum. Uzun yaşamak da istiyorum. Fit bir vücut. Doğal bir yaşam istiyorum ama hızlı da bir internet. Deniz kıyısı olsun isterim oturduğum yerin. Ben kaos istiyorum, kaymaklı kaos!

25 Haziran 2014 Çarşamba

Yahu

Neredeyse dünyanın bütün erkekleri
Erkeklerle konuşup kadınlarla yatarlar
Eğer kadınlar bu durumdan rahatsız değiller ise
Keyifleri bilir yahu;

22 Haziran 2014 Pazar

Öküzlük üzerine


İnsanları fazla ciddiye almadan kendi işinde gücünde olan hayvanları seyretmeyi severim. İnatla kendi yaşamaları gerektiği gibi yaşamaya çalışırlar. Zamanla bazı şartlara adapte olabilirler lakin, gözümüzün önünde insana dönüşmez ve hep hayvan kalırlar.

Bu hikayedeki karakterlerin gerçek insanlarla ilgisi tabi ki vardır. Nasıl olmasın?... aynı havayı soluyoruz :)

21 Haziran 2014 Cumartesi

bahçe kapusu

Viciğğrikkk... diye açıldı bahçe kapısı. ses seda yoktu. evde kimse var mıydı? hala burada oturduğundan emin olmak için gözleriyle kanıt aradı. bahçedeki sevimsiz plastik terlikleri görünce derin bir nefes çekti. ah bir de şu terlikleri giymese. o güzel ayakları petrol artığıyla sarmalamak ziyan oluyor.

8 seneye yakın, karaya yok denecek kadar az ayak basmıştı. her sefere çıkışı öncesi bu eve uğramak istiyordu fakat her defasında vazgeçiyordu. birkaç sefer evin yan sokağına kadar yürümüş sonra vazgeçip bambaşka sokaklara girip kaybolmuştu. bazı sokakları geçerken kafası karışmıştı. kaybolduğunu bile düşündüğü oldu. o gecenin sonunda kendini bir parkta bulmuştu. gözlerini düşünerek oturduğu parktaki soğuk, sabit duran şeylere saygı ve merhamet göstermedi. sabah otele giderken montunun ceplerinde akan sümüklerini sürecek bir kumaş parçası aradı durdu.

nihayet bugün bu eve gelmeyi başarmıştı. buraya gelmişti. yıllardır ıkınıp sıkılıp içine dert olmuştu. gözlerini düşünmek için tekrar göz kapaklarını indirdi. bahçenin ortasında dikilmiş gözlerini kapatıyordu. hatırlayamadı!? hatırlayamadı. hayır. kafasında canlanan bir gözler vardı ama bu gözler o gözler değildi. bambaşka çeşit çeşit ayrı ayrı gözlerdi. nefis bir neşe yayıldı ayaklarından şakaklarındaki sinirlere kadar. bahçe kapısını tekmeyle açıp evden mümkün olduğu kadar uzağa koştu. denize koşuyordu. koşarken de bir yandan montunu çıkarmaya çalışıyordu. üstündeki elbiseleri de sırayla, yavaş yavaş sokağa sağa sola atıyordu. denizin kokusunu almaya başlamıştı bile. suya 5 nefeslik koşu kaldığında kıçında sadece donu kalmıştı. donunu da tereddütsüzce sıyırdı ve attı. kollarını açarak bütünüyle kendini denize bıraktı. sırt üstü uzandı denizin serincene sularında. keyfi gıcır. göz kapaklarını araladığında güneş gözünü alıyordu. kahkaha ile gülmemek için kendini zor tuttu.


23 Nisan 2014 Çarşamba

Bi

...en zeki canlıların kendimiz olduğunu bilmemize rağmen kutsallığa köleliğimiz bitmiyor. ne demek yani. aynaya baktı ve birden fikirlerinin bir kenara düştüğünü hissetti. içgüdüklerinle başbaşa kalmıştı.
içcücükleri yardımıyla kapıyı açtı ve dışarı çıktı, hava güneşliydi. resmi tatil dışı izin kullanmayan emeklilerin ödül töreninin yapıldığı meydanın yanından geçti. biraz yanında duran otobüsün orta kapısına 3 kişi aynı anda girmeye çalıştığı için omuzlardan sıkışmıştı.
herhangi bir lojmanın önünden geçiyorum. petek gibi. bal arıları. biraz ilerideki binanın üzerindeki duvar yazısını okumak için gözümü kısıyorum o anda bir vincin koca bir topuzu duvarı parçalıyor. geriye kalan harflerden "oro" yazısını seçebiliyorum. kebapçılar müşteri çekmek için "kebap şubab bibap" diye bağırıyor. kebapçının dış masalarının birinde oturan turist de"spuuuğn" diyor. garson da "sori" diyor, anlamıyor. yanına yaklaşıp, kaşık istiyor adam diyorum. ha evet çorba ha abi sağ ol diyor. neden iki gömlek bir pantolon daha alamadığını düşünüp içi içini kemirenler yanlarımdan geçiyor. gülümsüyorum. aptala dönüyorlar. anlamlandıramıyorlar. nasıl ya. nasıl gülerim diye aralarında fısıldaşmaya başlıyorlar. tüm diğer canlılar götü yenme tehlikesiyle karşı karşıyayken türümün getirisi olarak besin zincirinin dışındayım. ne güzel. bi çay söyleyip, içiyorum. bitsin bu kutsallığa kölelik.

4 Ocak 2014 Cumartesi

hayvanat

son bir görev daha. sonra bu işlerden elimi ayağımı çekiyorum. saat 8:15. birazdan yaşadığı yerin önüne çıkacak ve bammm! son! bitti bu iş! o neler olduğunu bile anlamayacak!

beklerken jelibon yemeyi seviyorum. sakin kalmamı sağlıyor. jelibonları emerek yemek sabır işi ve ben hiç bir zaman o sabra sahip olamadım. hep ısırdım jelibonları.

uzun sürüyo bu bekleyiş. hemen fikirlere dalıyor zihnim. kovuşturamadığım bir düşünce akışı bu. düşünmek bende endişe yaratır. gerçekçi olmanın bir ürünü mü bu yoksa bir tür takıntı mıdır bilemiyorum. bütün gecikmiş sevişmeler aklıma gelir. ertelenmiş sahneleri sevmem. bayatlamış bir ekmek gibi.

üstümdeki iş kıyafetlerine bakıyorum. beni yaşlı gösteriyor. bu kıyafetler taze yüzümü gölgeliyor. pazar günleri çok daha genç hissediyorum. şort& tişörtün gözünü seviyim.

nerede kalmıştı bu timsah. üstüm başım çamur oldu. gözüm evin arka bahçesinde. elimde bayıltıcı tüfek. bu işten nefret ediyorum. hayvanları alıp hapsediyoruz ki bu hayvanat bahçesi oluyor. soğukta götü donan maymunlar mı dersin, depresyondan saçı dökülen aslanlar mı. nugget yiyen aslanın içinde ne kadar aslanlık kalır onu bilemem. bu sefer kaçan şişman bir timsahtı. şimdi onun peşindeyim. bayıltıcı iğneyle vur ve eğer size veya başkasına saldırırsa gerçek kurşunla vur! emri geldi. yani ne olur ufak bir çocuk yese. çok mu biz her gün binlercesini mideye indirirken. gömlek cebimdeki ayıcıklı jelibondan bir tane daha atıyorum ağzıma. bu beni biraz sakinleştiriyor.


hala elim tetikte hayvanın saklandığı yerden çıkmasını bekliyorum. timsahla timsah oldum. alçak girişli ininden çıksın diye yere uzanmış vurmaya hazır bir şekilde saatlerdir bekliyorum. yerlerde sürünüyorum.

puoovv!! timsah fırladı! tüfekten bir iğne fişekledim ve timsahın biraz uzağındaki toprağa saplandı. saplandı saplandı da bu hayvan bana doğru geliyor sanki. yok canım. harbiden geliyor. ellerim titreyerek bana doğru gelen timsaha nişan almaya çalışıyorum. ilk kafamdan yemeye çalışmaya başlaması iyi mi oldu kötü mü oldu bilemedim. tüm o sıcaklık. ıslaklık. bir de yoğun bir koku. vücudumdaki her bölgeyi hissediyorum. bir trans hali. biraz sonra bedenim ağır bir külçeye dönüşüyor. hayatımın geri kalanına timsah boku olarak devam edeceğimi düşünüyorum. kafatası kemiğimin kırılma sesi hatırladığım son ses oluyor. algım yok oldu.