17 Eylül 2013 Salı

Yaşlandırma ve buruşturma merkezi

Yaşlandırma ve buruşturma merkezini açalı 3 ay olmuştu. İyi para kazanıyordum. İşler oldukça tıkırında gidiyordu. Genelde 18-20 yaş arası tüysüz oğlanlar müşterim oluyordu. Olayımız şuydu; toy ve tecrübesiz gözüken kişilere bilge ve olgun bir görüntü kazandırıyorduk. Gençleştirme, spa, kremler, estetik ameliyatları gibi şeylere rakiptik. O kadar çok kişi farklı görünmek istiyordu ki aklınız şaşar. Başlangıçta bu kadar iş yapmayı ben bile beklemiyordum.

O gün arabayı almadım akşama yağmur yağacağını söylemişlerdi ve yağmur demek trafik demek. Atladım bir taksiye iş çıkışı. Taksiciler ve o bitmek bilmeyen dertleri. Teoride dünyanın en zor işi ama bakıyorsun sivil araçtan çok taksici. Demek ki atlan deve değil ha. Gene kafa sikti anlayacağınız. Muhabbetine karşı koymak için mataramdaki konyaktan iki yudum aldım ve beynimi ters giydim. Şimdi gel o.ç.

Sağda solda hastane reklamları. Hayat güzeldir sloganını kullanıyorlar. Oha lan hayatın reklamını yapıyor. Millet de ölüm korkusundan her yıl check-up yaptırıyor. Hayatı nasıl da pazarlıyor puştlar. Bugün Cumartesi bazı insanlar çalışmıyor. Arabanın camından plastik panda figürüne sahip bebek arabasında çocuğunu gezdiren bir baba gördüm. 40 yaşından sonra plastik pandayla tanışmak. O baba için acı verici bir durum. Plastik pandayı senden çok seviyor ne diyorsun bu duruma kamil?

Akşam biraz GTA oynayayım diyorum. Oynuyorum da. Aha polis kaç. Aha adam döv. Aksiyonu bırakıp içtiğim biraları işemeye gidiyorum. Oyun karakterim de mal gibi dövmeci dükkanının önünde dikiliyor. Beklesin it. Yapmadığı itlik kalmadı hak ediyor.

Sabah iş. Sağlık uzmanı(?) olan kızlardan birini azarlıyorum. Gülin içeri giriyor ve "Özel bir şey konuşuyorsanız dışarı çıkayım mı?" diye soruyor. Evet canım özel bir sevişeceğiz bir dakika izin verir misin? Gülin... estetik ameliyatı olduktan sonra tanınmaz hale geldi. O göğüslerini büyüttü ya göğsüne göt kaçmış gibi etrafta geziniyor. Fakat konuştuğum kız yok mu ah! Üstüne boşaldıktan sonra boşaldığın duruma bakıp tekrar boşalırsın. O kadar seksi!

Apartmana geliyorum. Daha önce hiç karşılaşmadığım bir kadınla asansöre biniyorum. Merhabalaşıyoruz. Nefeslerimiz havada buluşup sevişiyor ama merhabadan başka tek bir laf bile etmiyoruz ve 4. kata geliyoruz "İyi geceler!" diyor. Peki diyorum. Ok. Uyu dana gibi emi.
Eve geliyorum. Ufak bir boşaltım. Taharet musluğu makatıma denk geliyor. Süper bir an. Dışarıda girdiğin birçok tuvaletin taharet musluğu deliğe denk gelmez. Bu büyük bir konfor arkadaşlar.

İnsanları biraz daha yaşlandırmak ve olgunlaştırmak için yarını bekliyorum. Ne kadar da çok insanın olgun gözükmek istediğine inanamazsınız! Bir tek viski atıyorum konforlu bir uyku çekmek için ve sonrasında günlük ölme korkusuna karşı güzellik bakımıma girişiyorum. Çatlak kremimi, diş macununu ve gözaltı kremimi sürüp yatağıma yayılıyorum. Gözlerimin altı biraz sarktı mı ne derken uykuya dalıyorum...

25 Temmuz 2013 Perşembe

Köyün delisi

Köyden kırsaldan organikten az çıkın hele de ilerde oynayın işimiz gücümüz var bizim. Köyü temizleyecez az kaçılın tozunu alalım. Size gözleme-ayran yapmaktan ineklerimiz kurudu. Turizm diye diye köyümüzü akıllı telefon doldurdunuz konu komşuyu akrabayı dostu ihmal ettik. Heykelcikler var bakın az ötedeki köyde. Onlardan alın evinize götürün sevin okşayın. Heykelcik ne aşağılayıcı bir isim. Heykelin cik ciki. Sümkürdüğüm mendil iki saattir elinde. Ne yapıyorsun onunla. Aha Rorschach testi yapıyor tatak ve sümüklerimle. Bırak la sümüğümün simetriğini. Köşede bir kız ağlıyor. Sevgilisinden ayrılmış. Ayrılıklar psikiyatristlerin ekmeğidir. Kızlar erkekler birbirinden ayrılmasaydı psikiyatristler nereden ekmek yiyecekti. Onlar da ekmek yiyebilsin diye ilişkiyi icat ettik. Devrim niteliğinde. Gelin size çift kaşarlı tost basayım. Çift kaşarlı tost yalanı. Hayatımızın hikayesi. Haha. Lan olm kaşarlı deseniz azcık koklatıyorum içine o kadar. Tek kaşarlı tost yiyenlerden kimler kaldı. En son 1988'de tek kaşarlı tost istemişlerdi. Heyhat. Periyodik olarak ses çıkaran organlar. Ağız burun nefes borusu. Çok acayip lan. Yorulur onlar da. Onların ki de can. Konuşmak yani iletişim deyorlar buna. Evrim bu tuhaf şey. Geğirikten, böğürükten geldiğimiz yere bak oturup uzun uzun konuşuyoruz tartışıyoruz agalar. Bak herkes bize bakıyor ne ayıp. Kendi kendine konuşuyorsun. Sonra millet ne der. Abi aslında 5 maça sistemli oynayacaksın der. Hepsi milyoner bir ben keriz. Biz eskiden kuyuya atlayıp intihar ederdik şimdilerde moda AVM'de üst katlardan atlayıp intihar etmek. Ne kadar da moderen şeyler bunlar çağı yakalayamadık sağdıçlar. Biz burada yabancıları sevmeyiz. Snıff snıff. Benim nerem yabancı ya la. Ben kendime çok tanıdığım. Ben baya tanıyorum beni. Baya baya hem de. Enseye şaplak göte parmağız biz kendimle. 7/24 beraberiz yalnız yapıştı yakama sabah akşam benimle. Sen genç ne yaparsın? Üniversitede okuyorsun ha. Çok güzel çok güzel. İlerde hangi tip köleliği seçeceksin yavrum? Bilgiye tapıyorsun seni anlıyorum. Yer çekimi kuvveti elma armut güzel şeyler bunlar. Ateşi oksijensiz bırakırsan evet söner. Fakat bu bilgiye tapmıyorum. Köyler arası otobüslerde kadınlara yer vermem. Sen beni gömersin diyorum onlara. Haklıyım da. Bizim köyde 70'i geçen dede yok iken 70 üstü dolu nine var. Nine köyü bura. Gece yalnızken uyumamak kendinle flört etmek gibi. Sessiz sessiz beynimle başbaşayım. Yalnız kafamdaki hücreler birbiriyle küsler. Bir abilik/ablalık yapın da barıştıralım şu köftehorları. Bu gece ayaklar baş oldu başlar da ayak. Sağa sola dönüyorum yuvarlanıyorum ters yatıyorum düz yatıyorum fakat uyuyamıyorum. Başucum şaştı. Kafa kola aldı götler oldu baş başlar oldu göt. Göt gibi olduk göt. Ama uyku yok hafız. Neyse a dostlar ekrana bakacak halim kalmadı. Köyün delisinden bugünlük bu kadar.

5 Temmuz 2013 Cuma

Girizgah

Şimdi kimsenin günahını almayayım. Seni töhmet altında bırakmak istemem. Mazlumun ahını almamak lazım. Ayıptır söylemesi. Bize bunu dillendirmek yakışmaz. Kimse zan altında kalmasın. Çamur atmak gibi olmasın. Afedersiniz. Ben de başkasından duydum. Duyduğuma göre. Öyle diyorlar. Benden duymuş olma. Aramızda kalsın. Üstüne alınma. Ağıza alınacak laf değil. Bazıları öyle deyor. Kimden duydum bilmiyorum. Benim kulağıma öyle geldi. Kuşlar söyledi. Leylekler getirdi maymunlar götürdü. Bunlar benim laflarım değil. Ağzı olan konuşuyor. Sana bir şey söyleyeceğim ama kızma. Kimseyi kırmak dökmek istemem. Laf aramızda. İsim vermek gibi olmasın. Pipi.

3 Temmuz 2013 Çarşamba

Duvar kanı örtüler

Sağda solda gördüğüm domates biber beni mutlu eder. Fakat vahşet içimde uyur uyanık bir şekilde tetikte bekliyor. Duvarlar şiddeti örtüler. Etten duvar olur, betondan olur, kerpiçten olur. Engebesiz açık alan ve düzlükler içimdeki şiddeti körükler. Bölgeci ve alancıyım. Bu yönümle en çok köpeklere benzerim. Etrafımı çitle çevirir, huzurla kendimi hapsederim. Ne kadar evcilleşsek de küçük odalarda yırtıcı olmaya devam ederiz. Öldürmeye meyilliyiz. Sen ne için öldürebilirsin?


22 Mayıs 2013 Çarşamba

Yalnız otobüs şoförünün gündüz öğütleri

Saat sabah 8. Kornaya asılıyorum. Pis dolmuşun biri gene otobüs durağından müşteri topluyor. Otobüs la bu. Ezerim. Otobüsün burnunu dolmuşun kıçına dayadım. Korkup kaçtı. Heyhat! Pis böcek! Klimayı kökledim. Klimam var benim. 70 kişiyi otobüse doldurdum ve hattımda ilerliyorum. Teknoloji çok ilerdi yav. Çok. Artık "beyler ve bayanlar arkaya doğru ilerler" dememe hiç mi hiç gerek yok. Sürücü koltuğumun yanında dokunmatik bir ekranım var. Oradan en uygun konuşmayı seçip pıt diye dokunuyorum otobüs yolcularla kendisi konuşuyor. Harika. Yeni uygulamalar yükledim bir de bu alete. Kimse duymasın ha. Yasak çünkü. Programın adı "elektronik öğütler otobüs v 2.0". Süper lan. Çok eğleniyorum. Hem eğleniyorum hem de halkımızı eğitiyorum. Halkımızı bilinçlendirmeye başlayayım ben artık yavaş yavaş...

-Lütfen arka taraflara doğru ilerleyiniz
-Yaşlılara, sakatlara, gazilere, hamilelere, şişmanlara ve pişmanlara yer veriniz
-Hayvanlık yapmayınız
-Buradan annelere sesleniyorum! Lütfen aslanım kaplanım diye yetiştirdiğiniz oğullarınızı, sen iyisini hak ediyorsun kızlarınızı daha fazla piyasaya sürmeyin. Gırtlağımıza kadar dolduk.
-Küçükleri seviniz büyükleri sevmeseniz de olur ama mütemadiyen sayınız
-Her gittiğiniz otelin minik şampuanları araklamayın. Hesapladım artıya geçmiyorsunuz.
-Teşhir salonu ismini çok erotik buluyorum. Bana katılan var mı? Sevişelim mi?
-İzlendiğinizin paranoyasına kapılmanız izlenmediğiniz anlamına gelmez! Mesela ben Twitter açtım Eşref ve Muhittin beni izliyor. Gözlerinizi dikmeyin bana kendimi çıplak hissediyorum. Eşref bu lafım özellikle de sana dostum!
-Geçerken bir selamınızı benden esirgemeyiniz
-Kandillerde sevdiklerinize mesaj atınız
-Beni unutmayınız arkadaşlar. Unutmayınız





16 Mayıs 2013 Perşembe

Pazartesi temizliği

-Pazar günü. Bir dolu insan pikniğe çıkmıştır. Çöpler bana kalıyor hıyarlar toplayın arkanızı.

-Bugün Pazartesi. Sokayım sizin Pazartesi sendromunuza. Gerzek gerzek icatlar. Çimlerin arasındaki izmaritleri topluyorum. Bankta gerzek bir kız oturuyor. Bağıra çağıra gerzek arkadaşıyla konuşuyor. "Abi inanır mısın duvarında paylaşmış!?!?" Vay ipneye bak sen dedim içimden. "Bir de karşımda durmuş ne oldu diyor?!?!". Hmmm. "Sonra bunu nasıl yaparsın dedim ve bana ne dedi biliyor musun?!?". Tam çalıların arkasından fırlayıp cevap verecektim ama konuşmasını son sürat devam ettiriyordu. Ben de vazgeçtim."Ben napıcam abi bu adamla?". Abisiyle mi konuşuyo lan acaba diye düşündüm."Yani kızım ben de bir şey yazmadım tabi ne yazıcam sürünsün köpek". Abisi değil bu evet şimdi anladım. "Comment yazmış bir de sürtük altına. Oha dedim yuh dedim!!" İyi dedin iyi diye geçirdim gene içimden.
Akşam benim kıza kontör alacaktım ama şimdi vazgeçtim. Eğilip yerdeki bira şişelerini toplamaya başladım. Bir damla bırakmamışlar içlerinde deyyuslar!!!




25 Nisan 2013 Perşembe

Karşılaşma

Karşılıklı sert bakışlar atan iki adamın yolda birbirlerine doğru yürümesi hayra alamet değildir. Gerilen elektrik hatları eşliğindeki sabit bakışlar. Akabinde...

-Şşşşt birader bir saniye bakar mısın?
-Buyur!?
-Sen benim kim olduğumu biliyor musun?
-Gözlüğünü çıkar! Gözlüğünü!..... Saffet? Ayu Saffet?
-665 İbrahim. Kara İbrahim?
-Vay güzel kardeşim ne haber ya yıllar oldu görüşmeyeli. Kaç yıl oldu? 25 yıl oldu mu?
-Aynen İbrahim hiç aramayıp sormadın. Nerelerdesin hayırsız?
-Kim hayırsız? Sen aradın mı!? Kaç paralık adamsın?
-Vallahi İbrahimcim geçen sene 2 milyon lira vergi ödeyerek Yozgat'da vergi rekortmeni oldum sen kaç paralık adamsın?
-Şöyle diyeyim Saffetim. Bu sene cillop gibi yeni bir kontrat imzaladım. Trink 5 milyon doları hesabıma yatırdılar.
-İyiymiş abi
-İyidir iyidir
-Kime güveniyorsun?
-8 kişilik koruma timim var. Bir de helikopter çektim altıma. Ayağımı yerden kessin yeter. ehehehe. Sen ne ayaksın?
-Biliyorsun lisede boks yapardım. Ağır siklet boks şampiyonuyum. Küçük kardeşim de emniyet genel müdürü.
-Güzel güzel. Doğru diyorsun televizyonda zaplarken görmüştüm sanki bir sefer. Ağzın burnun kırılmış ringde yatıyordun.

İki eski arkadaş tekrar görüşmek üzere sözleşip vedalaşırlar...

-göt neyine güveniyorsa...
-ırsspı çıcığı




20 Nisan 2013 Cumartesi

Bardak

Siktiğiminin havası bile normallerin altında ben nasıl üste çıkayım. Dostoyevski dahi reklam metni yazarlarına boyun eğiyor be. Ben ne yapayım. Gelecekten geçmişe gelip gidiyoruz. Ayfonlar ile beraber kablolu telefon devrine geri dönüyoruz. Zart zurt şarjı bitiyor. Etraf kötü çocuk olamayan iyi çocuklarla dolu. Belki de kökten hepimiz kötüyüz. Şarabın romantik ve sofistike imajına sığınıp kibar kadehimi yemek boruma gömüyorum.

Şehrin silueti hamur işi yemekten uçamayan martılar ve insan artığı yemeklerle beslenen hantal köpeklerle dolu. Bugün arzulanan sahnelerin geçmişteki yansımalarını izliyoruz. Bir yığın tenekeden oluşan şilebin daracık boğazdan geçmesini görmezden geliyoruz. İnşaat halindeki Karaköy'ü de öyle. Tepelere çimento heykeller sıkıştırılmış. Denize karışan mazotla, beyni sarsan motor gürültüsü. Vapur fotoğrafçıları 5 mega piksel telefon kameralarıyla harika martı ve siluet fotoğrafları yakalıyor. En kötüsü de belim feci bir şekilde ağrıyor. Yüzüme çarpan hafif rüzgar ve iş günü gündüz uykusuna yatabilecek olmam yüzümü gülümsetiyor. Peki bu koku nereden geliyor? Tüm bu olumsuzluklar bardakla ilgili. Boş ya da dolu olması. Yavrum şu boşalan bardağımı doldur ve yanıma gel sana bir hikaye anlatacağım.

5 Nisan 2013 Cuma

Boy, everbody is stupid except me



Gün geçmiyor ki Facebook ve Twitter'da yeni bir komikli& atarlı fotoğraf veya video paylaşılmasın. Gün itibariyle üye insan sayısı kadar hayran grubu içeren Facebook, herkesin sevme ve sevilme ihtiyacını biraz olsun gideriyor. Kendimize hayran olabileceğimiz sayfalar yaratabiliriz. Kendimize abone olabilir, kendimizin paylaştıklarını beğenebiliriz. Tıpkı bir mastürbasyon gibi tüm gün takdir dağıtıp aynı zamanda takdir de toplayabiliriz. En önemlisi de yandaş bulup takdir toplamak için harika bir mecra haline dönüşen sosyal medya sitelerinin gece gündüz açık olmasıdır. Zamansız bir mekanda "her fikre" açık bir ortam bulunabilmesi, kendimizi daha çok kişiye ifade edebilmemize olanak sağlıyor. Mı acaba? Aynı fotoğrafın veya videonun onlarca defa paylaşıldığını gördükçe ortak bir sanal kültür yarattığımızı da ara ara düşünmüyor değilim. Çılgın gibi bir fotoğraf paylaşımı ve fikir beyan edilişi gerçekleşiyor. Bu herkesin kendi fikrini ifade edebileceği bir platform bulması açısından çok çok olumlu olsa da, sürekli aynı doğrultuda paylaşılan aşağılayıcı gönderiler bazen sinir bozabiliyor.

Bizi bu şiddetin ortasına bırakan şey saf şeytan arayışının ta kendisidir. Bazı kişilerin veya toplulukların yaptıkları hiç iç süzgeçlerden geçirilmeksizin itin götüne sokulur ve her yaptığı fiilin altında bir pislik aranır. Zaman zaman hoşlanmadığımız kişiler veya kuruluşlar tarafından gerçekleştiren iyi şeyler de olabilir. Tıpkı hoşlandığımız veya desteklediğimiz tarafın aynı şekilde kötü fikirleri savunmaya meyilli olabileceği gibi. Belli bir taraftan gelen tüm adımların saf iyi ya da saf kötü olduğuna karşı sarsılmaz olan inançlarımız bizleri hiç bir şeyi tartışmamaya, iyice değerlendirmemeye sevk eder. Aynı zamanda da bizi bir o kadar totaliterleştirir ve körleştirir. "Bizler" gibi olanlardan takdir toplar, "bizler" gibi olan çevremize de beğeniler saçarız. Bu hayatımızı kolaylaştırır. Biri ya kötüdür ya da iyi. Kendime yandaş buldukça beyni dağılmış bir "terörist" fotoğrafı paylaşmak benim insani görevimdir. Çünkü onlar bir insan değil bir metadır. Bir fikrin somutlaşmış görüntüleridir. Bunlara o kadar inandım ki şiddeti haklı kıldım, devlet eliyle yapılan şiddeti unuturum gibi oldum, gömdüm. İnsanlığı göt cebime koydum, benim gibi düşünmeye ölümü, işkenceyi, en kötüsünü uygun gördüm. Bu bir gerçek, su götürmez bir pisliktir. Sabit fikirlerle bir puta taparcasına hep aynı çizgide kalmak istikrar değil kolaya kaçmak veya değişen gündemleri kabullenememektedir. Herkesin kendi düşünme, değerlendirme yeterliliği varken Atatürk'ün rahat, güvenilir ve sarsılmaz kucağına oturup da oradan eğilip dışarı bakmamak, "hayat boş eğlen coş" fikrini benimseyen ergen diye tabir ettiğin kişinin gayesinden çok da farklı değil. Güçlü bir liderin gölgesinden dışarı çıkmadan geniş bir gruba dahil olma fikri o kadar cazip gelir ki ötesini aramaz, var olanı sorgulamaz hale dönüşürüz.

İlkokul'da hocalarımız eleştiri yapmanın sadece bir yerme yada kötüleme değil aynı zamanda yapılan eyleme bir derinlik katabilecek bir araç olduğunu söyler dururlardı. Eleştirmek her zaman olumsuz değil aynı zamanda olumlu bir yönde de yapılabilir derlerdi. Anlaşılan o ki okullarda öğretilen nadir yararlı şeyler biri olan bu duyguyu bütünüyle özümsemeyi becerememişiz. Belli zümrelerin bazı aksiyonları üzerinde hiç düşünülmeden onların anında eleştirmesi, üstünkörü bildiğimiz şeylerin üstünü kapatmak için harika bir kılıf oluşturuyor. Bu da yapılan bazı eylemlerin incelenmeden, iyice anlaşılamadan eleştirilmesine sebebiyet veriyor. Bu bizim hemen her şeye anında tepki vermemiz, hiç bir şeyi etraflıca düşünmeden ona karşı çıkmamıza veya onu takdir etmemize neden oluyor. Son günlerin popüler gündemi ve eleştiri konusu akil insanlar. İktidardaki partiyi bütünüyle eleştiren hemen hemen herkes bu akil insan projesine olumsuz tepki verdi. Bunlar akil insan mı pehhh hadi oradan sende! Onların akli kendine yetmez! gibisinden asıl olayın önemi üzerinde hiç düşünülmeden yorumlar yapıldı. Akil insan olarak seni mi seçecekti? Meğer herkes akil insan olmaya ne kadar da meraklıymış. Senin neden akil insan olmadığın hakkında hiç düşündün mü? Köprülerin kurulması ve ikinci sınıf vatandaş muamelesi gören insanlarla iletişimin kolaylaşması adına seçilen bu heyete, düşünmeksizin anında tepki veren düşmanca fikirli "birinin" katılmaması çok da yerinde olmuştur. Yapılan faaliyetin savaşta ölen yüz binlerce insana ek olarak yüz binlercesi daha ölmemesi için kurgulanmış olması hiç konuşulmadan, "akil insanlar iktidar partisinin maymunlarıdır" denerek bütün sürecin bir kenara atılması, bir günde yüzlerce fotoğraf paylaşıp karşıt fikri aşağılayıcı paylaşımlarda bulunma eylemini mükemmel bir şekilde açıklıyor. Benim dışımdaki herkes salaktır diyerek birlik değil nefret yaratırız. Peki peki. En güzelini sen yaptın. En güzel şarkıyı sen yazdın. Evet beni de çarmığa asabilirsiniz. Marangoz bana yakın bir şeylerde hemen bir şeyler ayarlarız. Eğer beni sevecekseniz tüm parti liderlerine sikimi yalamalarını söyleyebilirim. Eminim bu sizi memnun edecektir. Eğer öyleyse bu çarpık ve vahşice tutkularla sevmeyin beni. Ben kimseden değilim. Ben tek siz hepiniz!

4 Nisan 2013 Perşembe

Papaz karası

Güzel havayı bulunca attım kendimi dışarı. İşin gerçeği tuhafiyeciye uğrayacaktım. Havanın güzel olması da bana ilave kıyak olmuştu. Vurdum ağırlığımı yokuş aşağı sokaktan iniyorum. Köşeyi döndüm, tuhaf, tıknaz cübbeli bir adam. Sakalı da var. Bu cübbe başka cübbe. Morlu, pembeli, leylaklı işlemeler üstünde. Biraz da vücuda yapışan tarzdan. Bu adamı bir yerden gözüm ısırıyor...

Cübbeli ile göz göze geldiğimde adam birden irkildi, huzursuz oldu. İşte o an tanıdım onu. Geçtiğimiz günlerin bir sahnesinde evimden kapı dışarı ettiğim sakallıydı bu. Bir süre hareket etmenden dikildik sokakta. Onu tekrar görmek, hem de tuhaf bir cübbe içinde buluvermek, yeniden içimde onun hakkında bir merak uyandırmıştı. Sonra sessizliği ben bozdum; "gel parkta bi şarap içelim papaz efendi" dedim. Pis pis sırıtarak kafasını salladı. Gözlerinin içi gülüyordu. Verdim eline şarabı dedim anlat. Hikayen nedir amcacım? Geçen geldin kapıma, bugün geldin sokağımın aşağısına. Olayın nedir? Laf lafı açtı diyemeyeceğim. Açmadı. Ara sıra parkın yanından geçen kızları kesti. Onun dışında da şarabına yumuldu.

"Ben oldukça sığ bir adamım evlat, basit bir adamım işte" dedi bir anda. Sonunda ne kadar sığır bir adam olduğunu itiraf etmişti. Tüm gizemini balyozla kırıp döktü. Hikayesine karşı ilgimi kaybetmiştim. fakat anlatmaya devam etti... Türlü ilginçlikler yapıyorum. Bu yaptıklarım da milletin hoşuna gidiyor. Özellikle gençlerin. Amacım ne? Amacım basit; hayatta kalmak. Bu kıyafetleri de rastgele bir tiyatro salonun eskimiş kostümleri attığı çöpten buldum. Türlü türlü şekillerde dikkat çekip ekmek yiyorum. "Sen de haklısın" diyerek gazı verdim buna. Bu lafı duyunca iyice bir heyecanlanıp konuşmasını sürdürdü...

Biliyor musun sen sürekli bana amca, dayı diye hitap ediyorsun ama benim yaş daha 29. Sakalları beyaza boyattım. Dişler desen zaten beter haldeydi. Bu da işimi kolaylaştırıyor hani. Bu fikir arkadaşlarım yaşlı gösteriyorsun be oğlum dediklerinde aklıma geldi. Bu şekilde yaşlı olmak kebap. Otobüste yer veriyorlar. Saygıda kusur etmiyorlar. Baktım millet ben saçma bir laf edince dinliyor kafa sallıyor ben de tezgahıma devam ettim. Karşıma geçip konuşanlar çok saçma durumlara düşüyor. Amcacım anlat sizin zamanınızda nasıldı? Askerliği nasıl yaptın? Bilmiyorlar ki ben asker kaçağıyım, yaşım da 29. "Neyse bugünlük bu kadar yeter ben artık evime döneyim" dedi ve ayfonunu çıkarttı. Click! bir fotoğrafımı çekti. "Mail adresini ver de fotoğrafı sana yollayım" diyerek kıyak yapmayı önerdi. Yok dedim benim acelem var fırladım kalktım. Tuhafiyeci kapanacak... Tanrı seni kutsasın! diye bağırdı arkamdan. La havle Sdanzor Lavey.

30 Mart 2013 Cumartesi

Robotların istilası

Telefonumun çalan alarmından yaklaşık 45 dakika sonra uyanmıştım. Uyanmak istemediğimi ve yorgun hissettiğimi söylememe bile gerek yok. Lakin söyledim. Şu saatte uyanmak istememem ne yazık ki haklı bir dayanak olarak kabul edilmiyor. Sıra sabah temizliğinde. Kalkar kalkmaz kahvaltı yapmayı sevmem. İlk önce onu hak etmem lazım. Sabahları insanların yaratıcı olduğu yalan değil. Geceleri de öyle. Dışkı, dışkı habercisi, bahane, ürik asit ve türevleri hep gündüz uyanınca yaratılır. Kişinin yaratıcı faaliyetler gerçekleştirdiği vakitler tanrıya en yakın hissettiği anlardır derler. Buna da evet. Dışkılama eylemi yaratıcıdır. Okur, üretir, düşünürsün. Bir kimyageri kıskandıracak derece diş macunu içeriği bilmemi okuyacak dergi/kitap bulamadığım tuvalet seanslarına borçluyum.

İşe gene geç kalmıştım. Sokağa çıktığımda etraf sessizdi. Bakkal kapalıydı. Gazeteler daha gelmemişti. Etrafta kimseyi görmüyordum. Sokağı dönünce bir insana rastladım ve belli ki canhıraş işine koşturuyordu . Sonra sonra başka insanlar da gördüm ve içim rahatladı. Doğru yerdeydim. Fakat ortamda bir gariplik vardı. Bu koşuşturan insanları tanımıyordum. Olağan bir şey. Bu insanlar her gün beraber yürüdüğüm veya yanından geçtiğim insanlardan çok farklıydı. Olası bir Robo-Zombi istilasını düşündüm. Sonrasında bu düşünceyi zihnimden kovdum. Bedenimi omurilik soğanıma emanet etmiştim. Her gün yürüdüğüm yollardan yürümek için beynimi rahatsız etmeye gerek yoktu. Dinlensin zavallı.

Kendimi otobüste buldum. Oldukça boştu bu otobüs. Oturacak yer bulabildim manasında. O da nesi. Bu sabah yıllardır karşılaşmadığım bir türle göz göze geldim. Liseli. Azman gibi bir sürü genç her durakta otobüse doluştu. Belli ki birbirlerini tanıyorlardı. Çiftleşme mevsimindeki geyikler gibi kafa kafaya tokuşturdular. Okula gidenlerin hepsi birbirini tanıyor olmalıydı. (Belki de ortada gizli bir örgüt vardı?) Bana ise otobüsteki insanların bir teki bile tanıdık gelmiyordu. Birini gözüm bir yerden ısırıyormuş gibi geldi ama yok bacağım kaşınmıştı. Hart hurt kaşındım. Başka bir gezegene ya da zaman dilimine fırlamış olabileceğimi düşündüm. Karşımda oturan insanların gözlerinin içine baktım. Hepsi bir şey biliyormuş da bana söylemiyormuş gibiydi. Hiç fire vermediler ve göz temasından kaçındılar. Bir şeyler vardı. Kıllanıyordum. Mutfak robotları ve akıllı telefonlar Beşiktaş'ı ele geçirmiş olabilir miydi? Herkes telefonlarının ekranlarına bakıp gözlerini onlardan ayırmıyordu. Belli ki akıllı telefonlar üzerinden yayınlanan gizli bir bülten vardı ve benim bundan haberim yoktu. Video oyunlar ve filmlerden kendi varlığıma inanamaz olmuştum. Bir nevi ölümsüzüm. Bu yaşa kadar izleyip, oynadığım her şey beni ölümsüz yapmıştı. Kendi hayatımı bir avatar yönetme disiplini ile yürütüyordum. Başka hayatı da yaşayabileceğim düşüncesi doğduğumdan itibaren zihnime yerleşmişti. Tüm o dijital dünya reekarnasyon fikrini bana benimsetmişti. O yüzden akıllı telefonların dünyayı ele geçirebileceği senaryosu mantıklı gelebiliyordu.

Otobüste saati gösteren dijital ekrana baktım. Saati benim telefon saatimden bir saat gerideydi. Yuh koskoca Büyükşehir belediyesinin hatasına bak deyip otobüsten indim. İşe geldim. Henüz benden başka kimse gelmemişti. Güvenliğe şüpheyle yaklaştım ve sordum "herkes nerede?". Daha gelmediler dedi. Hmmm dedim. Şüphem artmıştı. Sonunda o kritik soruyu sordum: "Saat kaç?". Dedi 8:06. Nasıl olur demedim. Ortamdaki gizem artmıştı. Sağı solumu kontrol edip asansöre bindim ve yukarı ofise çıktım. Bilgisayarımı açtım saat 8:10. Güvenlik haklıydı. Sinsi telefonum bana bir oyun oynamıştı. Saati otomatik(?) olarak bir saat ileri alıp bana küçük bir zaman yolculuğu yaşatmıştı. Bildiğin zaman yolculuğu yapmıştım. Ben saat 9'da yaşarken diğer insanlar saat 8'i yaşıyordu. Telefonuma garip bir gülümse ile baktım. Zaman yolculuğu ne acayipmiş lan deyip tuvalete gittim ve yüzüme soğuk su çarptım. Telefonun neden böyle bir oyun oynadığı ise hala gizemini koruyor... Telefonumun bir robot isyanın başlangıcının habercisi olmadığı ne malum.

27 Mart 2013 Çarşamba

Horoz karası

Kapı çalındı...
-"Kim o?" dedim
-"Ben Tanrı misafiriyim" dedi
-"Tövbe de lan" dedim
-"Valla yeminlen" dedi
-İyi hoş güzel de sen beni biriyle karıştırdın abisi ben Tanrı değilim yanlış kapıya geldin herhal?
-Sen hele bi aç da...
-İyi de ben kimseyi bekliyordum?
-Çok acayip şeyler olacak çok acayip...
-"Tamam" dedim ve kapıyı açtım...
Sakallı bereli tıknaz bir adam yağmurdan sırılsıklam olmuş. Hop dur etme eyleme derken "sağol yiğenim sağol" diyerek eve daldı. Nefesi şarap kokuyordu. İyi lan dedim ne güzel, adam cennette nefis takılıyor diye düşündüm. İçimden söyledim bunu. Evet. İç sesimi duyar diye inceden kıllanmıştım. Sonuçta benim değil tanrının misafiriydi. Sağı solu belli olmaz. Sustum düşünmemeye çalıştım ama ayakları kokuyordu. Abi dedim hayrola eve daldın zart diye nedir isteğin? "Çok acayip şeyler olacak hem de çok acayip" dedi. "Bana biraz şarap koysana he var mı çarapın çarap" diye devam etti. Bu laftan sonra gerçek kimliği hakkında biraz şüpheye düştüm. Baktım buzdolabında bir bira var açtım ona getirdim. Lıkır lıkır gömdü birayı. Susamış zaar. Hepsini içtikten sonra da güzelce bir geğirdi. Dedim dayıcım nereden fırladın bu saatte Tolstoy romanından mı? Ne işin var burada? Tekrar "Çok acayip şeyler olacak çok acayip" dedi. Lan dedim dellendim. Tuttum kolundan bastım kıçına tekmeyi kapı dışarı ettim. Tekmeyi yiyince tabi düştü ve cebindeki tüm bozuk paralar apartman merdivenine doğru saçıldı. Hemen koştum topladım. Bacağıma sarılıp "yapmaeeğğ" diye böğürüyordu. Baya bir bozuk para çıkmıştı moruktan. İyi de oldu ayın sonu yaklaşıyordu. Saydım saydım kumbarama attım. Sonra vurdum kafayı uyudum. Rüyamda top sakallı ve oduncu gömlekli başka bir dedeyi gördüm. Saçları Tarık Mengüç gibi yapmış, sarıya boyatmış. Neyse ki gene sabah oldu ve uyandım. Gazetemi almak için kapımı açtım. Baktım dünkü avatar dede hala yerde yatıyor. Gittim yaşıyo mu diye baktım. Yaşıyo. Başını okşayıp kapıyı kapatıp eve girdim. Günahlarımdan arındım.

resim:(http://reform.lt/data/images/2012/08/tumblr-m6gbdcltba1qfllfmo1-500.jpg)

14 Mart 2013 Perşembe

Çok yaşa demesem ev araba alırdım

Geçen gün arkadaşlarla muhabbet ederken hayatımızda gereksiz gördüğümüz halde geniş yer kaplayan sözler ve ritüellere son verirsek ne kadar vakit kazanmış oluruz diye düşündük. Bakın yine vakit kaybediyoruz. Çok uzun cümle kurmuşum. Her neyse baktık neleri eksiltebiliriz, nereden nasıl kısa keseriz de bol bol zaman biriktiririz dedik. Bir yarım saat konuştuk bunu. Baktık vakit kaybediyoruz konuyu değiştirdik. Sonra baktık yeni muhabbet sarmadı gene eski muhabbete döndük. Bu sırada tekrar vakit kaybettik. Hayatımızdan günaydınları çıkarmış olsaydık çoktan bir yazlık bir de kışlık ev almış olurduk diye düşündük. Hele "çok yaşa sen de gör" leri günlük akışımızdan çıkarsak yat bile alabilecektik. Sonra baktık boş konuşuyoruz koy götüne dedik. Zamanı kazanıp da neremize sokacaz.


(gene sahibini bilmediğim bir fotoğraf. yaşasın korsan paylaşım. bu kare bireyin aymazlığını anlatıyor. belki de sadece erojen bölgelere kırılmış bir çift yumurta. bak şimdi karar veremedim. aha bir vakit kaybı daha!)

Melankolik gibisinden

Gün doğumları ardı sıra değiştikçe zamanın geçtiğini kabul ediyoruz. Bu süreçte vücudumuz yıpranıyor. 18 yaş yeni aldığın bir oyuncak. Tabi bu da eğer şanslıysan. Vücut zımba gibi sıfır kilometre. Bir şeyler için yetkin olabilmenin başlangıcı. 18 yaş yeni açılmış bir teneke peynir ya da yıllanmış bir şarap. Vücut o yıla gelene kadar zor zahmet yetiştirilmiş olsa da açıldıktan sonra hızla çürümeye ve kokuşmaya başlıyor. 18'in üstüne seneler bindikçe vücut arızalar çıkarmaya başlıyor. Kol bacak böbrek mide ciğer kafa. Bedenini hunharca kullanmışsındır. Uzmanların onayladığı kremi cildine boca etsen de fayda etmez. Süreç başlamıştır. Artık oyuncak gözünde değerini yitirmiştir. 2.el ilanını sırtına asıp hafif kamburca yürümeye devam edersin.


(fotoğrafı nereden bulmuştum hatırlamıyorum kusura bakma sahibi)

4 Mart 2013 Pazartesi

Akıllı bıdık

(Uyumadan önce beynime gençlerin sevdiği düşünür Gilles Deleuze şöyle bir uğradı. Uykum da biraz kaçtı açıkçası. Delüz baba aniden çıkıveren "enlarge your penis" reklamı gibi zihnimde belirdi. Yeni model aksakallı dede. İki rüya arası reklam mahiyetinde beliriyor. Delüz babanın da belirttiği gibi, insanların günlük yaşamlarına "boktan bir film karesi veya ucuz bir prodüksiyon" olarak bakar hale gelmesi gece gece içime dert oldu. Günlük hayatın ucuz bir film karesine benzetilmesi fikri yaşadığımız güne lanet okuma hakkımızı iki katına çıktı. Kriterlerimiz değişti. Çıtalar yükseldi. Birey her gün televizyonda ya da internette kendisinden daha güzelini, daha zengini, daha hazırcevap olanı veya daha güçlüsünü görerek tüm egosunu yıprattı. Tüm bu görsellik bolluğu ve imaj bombardımanları çoğu kimseyi daha mütevazı olmaya yanaştırmadı bile. Aksine onları hırslı birer tanrıya dönüştürdü. Bazıları da sürekli olarak kendini kandırırken milyonlarca mükemmel yalancı yarattı.

Direksiyonu kırdık ve cehenneme saptık. Sosyal bir cehennem. Her türlü pazarlığın yapılabileceği bir market yeri.Daha fazla çalıştık, daha fazla içtik ve daha çok kişiyle sikiştik ama ne yaptıysak fayda etmedi. Televizyondaki her zaman bizden bir adım ilerdeydi ve bu bizi kahrediyordu. Sürekli yeni bir seri, yeni bir hedef bizi dürtüp duruyordu. Seri katiller, dahiler, çapkınlar ve girişimci zenginler bize tüyolar vermeye devam etti. Bir banka en güzel nasıl soyulur? Kadınlar ne ister? Kısa yoldan nasıl milyoner olurum? En ukala, ulaşılmaz ve kıvrak zekalı olmak çok da zor değil mi yoksa?



Olası kanser, "terör" ve kazalarda ölmediğimiz sürece tüm bunlar planlanıp sıralara kondu. Söz veriyorum teker teker hepsini gerçekleştireceğim. İlaçlarımı alıp iyi bir vatandaş olacağım. Şefkatli, boklu ve kanlı ellerinizi öpeceğim. Beni eğittin, besledin ve büyüttün. Çünkü böyle olmalıydı. Senin yanında ve birliğinde yer alıyorum. Amin.

Baş belası olma çözüm ol. Kuru olma guru ol. Ev kurma onu dekore et. Çünkü sen en iyisini hak ediyorsun. "Maymun" değiliz ki biz! Bu en büyük savımız. Akıllı evler kurup akıllı çevreler edinmeliyiz. Akıllı akıllı yaşamalıyız. Çöp kutusundan tut meyvesine kadar akıllı olmalı. Aklını başına devşir. Akıllı ol lan! Güzel bir sahne seçip oynamalı ki KanalTürk'te yayınlanan tarihi geçmiş aksiyon filmi olmamalı akıllı insan. En büyüğünden üç boyutlu prodüksiyon olacağım. Her şey net, berrak, kesin ve keskin)

28 Şubat 2013 Perşembe

Tıh tıh tıh

Ah sıradanlık uf monotonluk kah kısır döngülerle nefesimizi tüketiyoruz. Varlıkları yüzünden değil, bunların sürekli telaffuz edilmesiyle yıpranıyoruz. Kelle, günleri çok sıradan olmakla suçluyor. İnce belli, kısır döngünün içinde boğulup gidiyor. Karışık sembolik hikayecikler ortaya çıkıyor. Eğer çarşamba günü ile 3 sayısını kafanda eşleştirip birleştirmiş isen programlanma işlemin tamamlanmıştır diyor. Sabah otobüsünde sabit duran mutsuz enseler günü nasıl kurtarsam diye düşünüyor. Tamam tamam sabahki uyku sersemliği ya da iş çıkışı yorgunluğu bunu hissettirebilir.

"Yatak sürekli büyüyor küçülüyor. Döşekte bir dev gibiyim, bir kaybolup düşecek gibiyim. Çöp kutusuna dönüşüyor vücudum. Gazete kağıtları ve gofret paketleriyle kaplanıyor her yerim ve sürekli dert dinlerken buluyorum kendimi. Birden masadaki müşteri kalktıktan sonra çöpe atılacak bardak altlığına dönüşüyorum ve ardından çöpe atılıyorum. Çöp konteynırına doğru yolculuk ederkene çöp kardeşlerime kucak açıyorum. Kumbaba sapığı hakkında yazılmış bir manşetinin üzerine düşüyorum. Çöp kutusunda kenara atılmış bir biçimde uykuya dalacakken birilerinin Sporcuyum ahlakımı bozma bak ezerim gibi konuşmalarını duyuyorum". Bu hikayeyi rüyanda kurguladın di mi? Aslında dışarıdan bakıldığında odan buram buram insan ırkı kokmuş. Uyku kokmuş. İnsan gazı, nefes boşluğu ve yağlı kafa kokmuş. Dana gibi uyuyosun. Gofret çöpüyle veya bardak altlığıyla işin yok. Sadece dana gibi uyumuşsun ve çişin gelmiş. Fakat hala sembolik ögelerle örülü bir rüya halinin etkisindesin. Yüzüne soğuk suyu çarpınca aynayla yüzleşiyorsun.

Gün içinde çok kişiyle "iletişime" geçiyoruz. Baz istasyonu gibiyiz. İletişim trafiğimiz yoğun. Kurulan ilişkiler karmaşık. Bir kişiyle dost veya sevgili olurken bir tek onunla özel bir ilişki kurduğunu düşünüyorsan yanılıyor olabilirsin. Bir kişiyle sevgili olurken 150 kişi de beraberinde paket olarak eklenir.

Hadi dostum/sevgilim/aşkım/tavşanım/hacım akşam dışarı çıkıyoruz. Bir 200 kişi de labada lubada onun beraberinde geliyor. Yaptığın işten 500 kişinin haberi oluyor. Yıl dönümünde kız arkadaşına özel bir şey yapmadın diye kız arkadaşının dışında bir de 25 kişilik bir kız konseyine hesap veriyorsun. Tıh tıhlanıp yargılanıyorsun. Biriyle beraber olmaya karar verdiysen 150 kişi üstüne biniyor. Taşmasın bu insanlar bir kaba sığsın diye kenarından kenarından itekliyorsun ki düşmesinler sağa sola. Yanımda hepimize yetecek kadar et ot alkol sevap var kalkın gidiyoruz buradan.

25 Şubat 2013 Pazartesi

Adaletin demir yumruğu: kitleyen adam

Bizim insanımız tembel hep yatsın ister. Bizim insanımız cahil önüne gelene oy verir. Bizim insanımız çok değişti eskiden cillop gibiydi şimdi puşt oldu. Buralar böyle bostandı beeh şimdi diktiler kuleleri tam orta yerlere. Gibi gibi söylemler hepimizin kafasını zaman zaman siker durur. Şu gençler önünü göremiyor göz göre göre yanlış yapıyor. Ah şimdilerde biz genç olacaktır var ya. Biz ne ateşli ne akıllı ne süpersonik gençlerdik öyle.

Adaletin sağ kolları, geçmişin vesikalıkları paleontologlar geçmişimizin daha iyi olduğunu şimdilerde gençlerin puşt, yönetimin yavşak ve yaşayan insanların da aptal olduğunu iddia ederler. Fakat şu hiç hesap katılmaz ki tüm bu nesil Atlantis'ten mi göç etti bu nesli kim yetiştirdi ey adaletin sağ kolu. Dul Hatice'ye mahalleyi dar eden, faşiste, komüniste, anarşiste,muhafazakara,orta yolcuya veya çiçek çocuğa ölüm! diyen sen değil miydin sevgi dolu olup geçmişin savunucusu olan bey amca, hanım teyze.



Evet klavyelere bağımlı kaldık bir ömrü PC başında çürütmeye baş koyduk. Ar namus kalmadı onun bunun bacısına sarktık yaşlıya yer vermedik onunla alay edip onun derin bilgi dağarcığından yararlanamadık. Sen de haklısın. Eskiden böyle miydi tek vapurla karşıya geçer dondurmanızı yerdiniz. Kızlar ise 10 cm etek giyer içlerine de don giymezlerdi. Çok "modern" dik dik çok nasıl oldu da bugünlere geldik. Ne güzel diskoteklerimiz, sıkı yönetimlerimiz, şirin şirin komutanlarımız ve ateşli sevdalarımız vardı. Şimdiki insanlar çok saygısız ne olduysa 80'li yıllarda dünyamızı işgal eden Marslılar yüzünden oldu. Biz gül gibi geçinip gidiyorduk.

Eski bir miti anlatırcasına etrafta sessizlik ve gizem hakimdir. Gözlerini gözlerinin içine sabitlemiş her söylediğine onay bekler durumdadır. Anlatmaya başlar. Eskiden boğazda yüzerdik. Şimdi siz peeaah böyle genç mi olur. Kürek çekerdik Beykoz'dan Üsküdar'a nefes almadan ara vermeden 15 dk da varırdık...

Bütün bunları anlatan kuşak altın kuşaktı. Cevherdi mücevherdi onlar. Posta, bulmaca, sözcü, sudoku, Takvim, Akşam derken tüm hayalleri söndürüldü yoksa onlar adaletin temsilcisi olup günümüz kurtarıcıları olacaktı. Onlara yeterince şans tanınmadı abisi. Şimdiyse yeni alanlara adım attılar. Gençler ve onların sorunları. Gençler ve onların ah o anlaşılmaz halleri. Oysa bilge moruklar tarafından tam ayağa oturacak orta açılmıştı bizlere de biz voleyi çakamadık. Çakamadık A.D.Y.K.A kusura bakma vuramadık.

20 Şubat 2013 Çarşamba

İçimizdeki Blanka

Şiddetin doğuştan insanın genlerinde mi olduğu yoksa zamanla kültürel olarak toplum tarafından mı aktarıldığı mevzusu yüzyıllardır tartışılsa da bu konuda kesin bir yargıya varılamamıştır. Bu mevzuda kesin bir yargıya varmak güç olsa da her halükarda birey kendini hayatının bir bölümünde şiddetli bir olayın ortasında buluverir. Özellikle de erkekler öyle ya da böyle hayatının bir döneminde kendini bir kavganın veya şiddetli bir tartışmanın içinde bulur. Testosteron dediğimiz başına buyruk hormon da buna sebebiyet veren en önemli iç etkenlerden biridir.



Evet hepimiz bir düzine kavgaya tanık olmuşuzdur. Küfürler, tükürükler ve havada uçuşan tehditlerle dolu bir testosteron karnavalı. Filmlerde ve dizilerde de bu kavga dövüş olaylarını çok izlemişizdir. Özellikle aksiyon filmlerindeki kavgalar genellikle çok artistik bir şekilde gerçekleşir. Filmdeki aktör havalı bir cümle kullanıp karizmatik bir hareket yapar sonrasında da muhtelif tekmeler yumruklar bir nehir gibi akar gider. Olaylar çok nettir. Yumruklar hedefi bulur. Filmlerde ve video oyunlarında kim kimin ağzına kaç kere vurdu kim bayıldı uçtu gitti yok oldu hepsi gayet açıktır. Havada uçuşan "ne diyon lan sen" , "mnı goduumuun" veya "sen kimsin lan" gibi sözcük öbekleri yerine "bana bulaştığına pişman olacaksın lanet herif" " veya "sana bu yaptığı ödeteceğim kum torbası" gibi daha öznesi yüklemi yerli yerinde cümleler sarf edilir.

Gerçekte yapılan bir kavga kesinlikle hayal edildiği gibi ya da zihinde kurgulandığı gibi gerçekleşmez. İtmeler, boğaza sarılmalar, yaratıcılıktan uzak küfürler, uçan ayakkabılar, yırtılan gömlekler, gevşeyen tişört yakaları, tekme savururken ayrılan pantolon apış araları, yumruk sallarken koltuk altı yırtılan pardösüler, düşen telefonlar, saçılan bozuk paralar ve daha niceleri. Gerçekte hiç bir zaman tam anlamıyla epik bir kavga yaşanmaz. Bütün gün kıç üstü oturan ya da sırt üstü uzanan bünye kavga anında orantısız adrenalin salgısıyla dolar ve bu adrenalinle ne yapacağı şaşıran kişi hayatında yapmayı hiç düşünmediği enteresan hareketleri eyleme döker. Gerçekleşen kavgalar çok nadir net bir galibiyet ya da mağlubiyetle biter. Kavgalar genellikle "beni ayırmasaydınız onu gömecek idim gömecek" ya da "elimde kalacaktı şerefsizin evladı" gibi tepişme ertesi değerlendirmelerle sona erer. Gerçi iyi ki de böyle sona erer. Kimse kavga ederken kafası gözü yarılsın istemez fakat bunu kendine çok fazla itiraf da etmez. Yiğitliğe bok sürdürmez.



Dediğim gibi kavga ettiğin kişiye net bir ayar verme genelde filmlerde veyahut oyunlarda olur. Gerçekte ise adrenalin kavga sonrası yerini sürekli inip çıkan tuhaf duygulara, gevşeyen kazak yakalarına ve hüzünlü iç hesaplaşmalara bırakır. O yüzden siz iyisi mi filmlerde ve oyunlarda gördüğünüz hareketleri evlerinizde deneyin çünkü dışarıda bir kavga olduğunda ne olduğunu anlamadan birisi yakanıza yapışacak, gözlükler yerlere düşecek ve salyalar akacaktır. Bunların hepsini geçtim kavga da etmeyin. Tekken oynayın, Mortal Kombat oynayın, Street Fighter oynayın. Adamlar oturup o kadar oyun yapmış sen niye kendini yoruyorsun. Sende yani.

18 Şubat 2013 Pazartesi

İçhödö

Tayyör veya takım elbise giyip, akıllı telefon ve araba anahtarını cebimize koysak da içimizdeki mağara insanından çok uzağa kaçamıyoruz. Burberry trençkotun altında hala entrikacı ve acımasız bir roma kadını, en şekilli erkek güneş gözlüğünün altında da pusuya yatmış tetikte bir avcı gizleniyor. Hayvan belgesellerinde gördüğümüz alfa erkeği ve beta bacısı kaldırım ve otobanlarda kol geziyor. Şeklimiz şemalimiz tavrımız taktiklerimiz belki biraz değişti ama içimizde hala genini aktarmaya çalışan bir dağ tavşanı güdüsü veya kesesinde yavrusunu taşıyan bir kanguru yüreği var.

Güven sağlama hesabı el sıkışıp uzun uzadıya anlaşmalar imzalasak ve efendi hanfendi hitaplı cümleleri arka arkaya kombo yapıp sıralasak da hayvani içhödölerimizi uzun süre saklayamıyoruz. İki erkek tokalaşırken karşısındakinin endamına bakıp içinden "alırım ki ben bunu lan güreşsek" tekerlemesini söyler. Diğer bir yandan da kadınlar hemcinsleriyle tanışırken karşısındakinin vücudunu uuuzuuun uzun süzer ki kendine rakip mi değil mi kafasında onu kodlar. İşte tam bu noktada zayıflama hapı satıcıları, spor salonu sahipleri ve organik ürün pazarlamacıları ekmek yer. Ekmek önemli. Temel bir besin gıdası en nihayetinde.

NOT: Beyaz ekmeğe selam vermeyin onunla göz temasına girmekten kaçının , siyah ekmeğe de merhaba merhaba o kadar

13 Şubat 2013 Çarşamba

Organların hiyerarşisi

Bazı organları durduk yere yücelttiğimizi düşünüyorum. Belki de onları yersiz övüyor ve göklere çıkarıyoruz. Bazen onlara tamam koçum iyisin iyisin de şu eleman da güzel çocuk be aslanım diyebiliriz. Yıllar yılı geri planda kalmış organlara da sevgi göstermeliyiz. Mesela böbrek. Mesela karaciğer. Bunlara hep ikincil organ gözüyle bakılmıştır. Onlara siz olmasanız da olur ya benim kalbimi söktüler kalbimi beaa abijim diye böğürüp duruyoruz.

Mide. Bence mide çok özel ve önemli bir organ. Kalbin yumuşak ve konforlu tahtına oturacak nitelikte özelliklere sahip, zorlu koşullar altında bile sonuna kadar çabalayan bir savaşçı. Bu hazır asker kahrımızı çeker genetiğiyle oynanmış elma boyutundaki çilekleri yok yimem demeden öğütür gider. Asidik ve çürümüş bir ortamda yaşar. Tıpkı bir maden işçisi gibi tehlikeli ortamlarda varlığını sürdürür.

Organlar arasında bile bir hiyerarşi vardır. En üstteki organ (mesela beyin) en değerli et parçası olarak kabul edilir ve vücudun alt kısımlarına doğru inildikçe organlar çok fazla siklenmezler. Üst üste binmiş bu organlardan beyin patronluk taslar barsak emek işçisidir işini yapar. Mideler ve bağırsaklar bozulup arıza çıkarmadıkları sürece fark edilmez ve takdir edilmezler. Ama kalp öyle midir. O sızlar cızlar mızmızdır. Nazı niyazı bitmez. O yöneticidir ve diğer organların başında adeta bir çoban gibidir. Biz gene organları birbirine kırdırmayalım ama. Yazıktır günahtır.

Kalbe bir düzine soylu özellik atfedilir. Kalp kırılgandır paramparça olur, kalp duyarlıdır bazen çok hızlı atar, kalp hassastır her şeye alınır vesaire vesaire.... Peki ya mide? Utanmadan iddia ediyorum ki mide daha duygusal bir organdır. Stres altındasındır miden büzülür, yanar, mahvolur. Aşık olursun sıkışır, ekşir, gaz olur. Hastalanırsın darma duman olur dalgalanır da durulmaz. Mide çok şeye maruz kalır, dışarıdan alınan maddelerle o muhatap olur. İnsan Kaynakları Departmanı gibidir. Geleni gideni o buyur eder. Alım-satım müdürüdür neyin alınacağına neyin sıçılacağına o karar verir. Gümrükçü gibidir giren çıkan mal ondan sorulur. Duygusal organ mide hep kalbin gölgesinde kalmıştır. Hep kapitalist marketin oyunları bunlar :) Mide de hassastır ve her şeye tepki verir. Gün içinde daima kendini hissettirir ve adeta ben buradayım der. İletişimi irtibatı koparmaz. Acıkınca, doyunca, üzülünce, sinirlenince, sevişince veya zarar görünce hep bize seslenir. Bu sevgililer gününde bir değişiklik yapıp sevgilinize kalp şeklinde bir yastık yerine kasaptan büyükçene bir dana midesi alın ve sevdiciğinize hediye edin. Şaka lan şaka danalığa lüzum yok.



(Resimdeki barbi dizaynı: Jason Freeny)


6 Şubat 2013 Çarşamba

CM- Cemaat motorcycle


belki bazılarınız bilirsiniz mc lakaplı motosiklet çeteleri vardır.bunlar kadın ticareti yapar, uyuşturucu satar, adam vurur, haraç toplar veya herhangi bir mekanın güvenliği falan sağlarlar. türkiyede bunlardan pek yoktur. zaten buna imkan sağlayacak ortam da pek yoktur. malum esnafı, yerlisi, muhtarı, zabıtası, mahalle delikanlısı varken bunlara pek sıra gelmez. bunlar genelde amerika ve almanyada yaşar, belli bir bölgede racon keser ve bazen de kovboy misali yollara düşerler. dövmeli, deri ceketli, uzun sakallı, güneş gözlüklü olmaları ve bol bol da bira içmeleri de adettendir.

bizdeki motorcuların bir çoğu efendi çocuklardır. zaten motor kullanmakla yeteri kadar asilik yapmış olduğunu düşünen bu insanlar bir de üstüne itlik serserilik yapmayı gerekli görmezler. o yüzden türkiyede alnı açık, ense tıraşı düzgün, gönül dostu, çay sever motosiklet grupları vardır. bu gönül dostu simit sever motorcuların en asisi top sakal bırakıp fem dershanelerinde edebiyat hocalığı yapan esmer adamdır. türkiyenin çeşitli yerlerine tur düzenlerler. genellikle chopper tarzı maço motorlar yerine scooter benzeri motorları tercih ettikleri görülür. kareli mühendislik öğrencisi gömleği içinde, alnı terlediğinde üşütüp hasta olmasın diye bandanası da cebindedir.

hafız sakaryada duraklayalım orada mustafa abi var çok güzel döner dürüm yapar parmaklarını yersin çayımızı da içeriz ha ne dersiniz şeklinde konuşmalar içinde bir oraya bir buraya gezen bu motosiklet kulüpleri mustafa abinin dostu rakın rol dinleyen harleycinin düşmanıdır. ha bu konu nereden aklına geldi derseniz hafta sonu çılgın dövmeler, deri ceketler, ilginç sakal bıyıklarla kahveye oturmaya gelen ve kahvede çalışan çocuğa "abi 15 kişi olucaz bize güzel bir masa ayarlayabilir misin" diyen "sex, drugs and rakın rol" tarzına uygun görünüme sahip lakin ada çayı içen motorcu dayıyı görünce aklıma geldi. selametle.

30 Ocak 2013 Çarşamba

Electronica presbycusis atherosclerosis thereminsis


"Electronica presbycusis atherosclerosis thereminsis" dedi doktor.
Efendim anladım?
Elektronik seslere karşı aşırı duyarsız hale gelme durumu yani başka bir deyişle elektronik seslerin hiç birini duyamaz hale gelmişsiniz.
Başka bir deyiş?

Tuhaf hastalık. Artık hayatımda elektronik seslere yer yoktu. Telefona bakınca ses yok görüntü vardı. Televizyondaki her şey çok aptalca gözüküyordu. Tv programlarının hepsinde insanların hararetle el kol hareketleri yaptıklarını görüyordum. Gerçekten anlamsızdı. İlk başlarda bu durumu garipsemiştim. Hayatımda artık elektronik seslere yer yoktu. 1 hafta evden çıkmadım. İşten 1 hafta boyunca aradılar ama bu çağrıları katiyen açmadım. Zaten açsam ne olacaktı ki söylediklerinin bir kelimesini bile anlamayacaktım. Sonradan bu duruma alıştım ve keyfini çıkarmaya karar verdim. Artık işe gitmem gerekmiyordu. Belki de hava alanında çalıştığım dönemde 2 dakikada bir duyduğum o sinir bozucu anonslar beni bu hale getirmişti . Yeterince para biriktirmiştim. Hava alanında çalışmama rağmen hiç uçağa binmemiştim. Uçaklardan korkarım ben. Hava alanında çalışarak kendimle resmen alay ediyordum. Uçmaya o kadar yakınken karaya kökten bağlı bir hava alanı fast food dükkanında kasiyer idim. Her gün uçan uçamayan uçağını kaçıran uçuk çıkaran insanlar görüyordum. Neyse ki artık elektronik sesleri duymadığım için bunların hiç birine katlanmak zorunda değildim.

Hep dünyayı dolaşmak istemişimdir fakat uçmaktan delicesine korktuğum için hiç fırsat bulamadım. Denizden bir yerlere ulaşmak ise çok uzun sürüyordu. Sonuçta haftada 6 gün çalışıyordum ve 5 yıldır izin yapmamıştım. İşte şimdi tam fırsatıydı. Hemen gidip en yakın uzun yola rezervasyonumu yaptırmalı idim. Aslında telaşlanmaya, iki ayağımı bir pabuca sokmaya gerek yok. İlk gezime bana iki sokak ötedeki parka giderek başlayabilirim. O parkı hafta içi gündüz saatlerinde hiç görmemiştim. Bu saatlerde parkta bir sürü işsiz güçsüz, dul ve mutsuz ev kadınları olmalı. Bu beni daha da çok heyecanlandırmıştı. Bir sürü umutsuz insan. İşte durumumdan keyif almak için bir sebep daha. Onlar umutsuzluktan karalara bağlarken ben yeni bir hayata kucak açıyorum. Hemen sırtıma bir hırka ve bir de mont aldım. Evden çıktım ve kapıyı kapattım. Kapıyı bile kilitlemedim. Umarsızlığa bak sen ya. Umursamıyorum evet. Eskiden olsa alt tarafı 3 üst tarafı 333 defa kilitler, 666 defa da kontrol ederdim. O günler eskide kaldı seni kompleksli çirkin yaratık.

Sokaktaydım. Ne araba sesi vardı ne de korna. Sadece insan. Tıkır tıkır ayak sesleri. Kuşları bile hayal meyal duyar gibiyim. Parka yaklaştıkça kuş sesleri artıyor. Babamın bir lafı vardır o aklıma geldi. "Don lastiği insanı köleleştirir yavrum ve her insanın bu hayatta bir don lastiği vardır." Bu sözü hep anlamsız bulmuşumdur. Babamın bu lafını hep don giymemesini iyi sebebe bağlama çabası olarak görürdüm. Meğer ne anlamlı sözmüş. Benim don lastiğim ise burnumun dibindeymiş; elektronik sesler!

Parka iyice yaklaşmıştım. Doğa ile baş başa kalabileceğim bir memlekete diyara gitmeliydim diyordum içimden. Yoksa çok masraf yapmasam mı. Ne de olsa nereye gitsem doğayı duyacağım. İnsan, hayvan, rüzgar, yağmur sesleri hahaha tabi osuruk seslerini duyacağım. O kötüymüş bak.

Etrafımdaki insanlar gene abartılı el hareketleri yapmaya başladı. Tren tren tramvay diye bağırıyorlardı! Olayı çözmem iki saniyemi almıştı. Bir tren hızla üstüme geliyordu. Haliyle kornası duymuyordum. Nerede o eski trenler. Makinist korkmuştu. Camdan yüzünü görebiliyordum. Bense manyak gibi gülümsemek istiyordum. Ne de olsa son 2 saatim hayatımın en sessiz ve samimi dakikalarıydı.

22 Ocak 2013 Salı

Tapir insanı


Kalabalık şehir hayatındaki insan, kendini bir başkasından farklı olduğuna inandırma eğilimi içerisindedir. Türlü huylar, alışkanlıklar ve ilginçlikler işte bu aşamada kendisine adeta bir paraşüt olur, günlük hayat akışında onun için hava yastığı görevi üstlenir. Her gün milyonların yürüdüğü sokaklardan farklı şekilde yürümek, gün içinde binlerce kişinin takıldığı kafelerde farklı biçimde davranmayı kendine misyon bilir. Kentlinin bu kendini farklılaştırma çabası fark etmeden huysuz biri olmasına yol açabilir. Bu noktada kişinin kendisine dönüp bakması "noldu lan iyice hayvanın biri olup çıktım az bilinen tarz kafeye ve çok dinlenmeyen ilginç gruba tapar oldum" diyebilmesi gerekebilir. Ha tabi diğer bir yandan da kedi insanı, it insanı, tapir insanı olmaya devam da edebiliriz. Zararı yok.

Bazı alışkanlıklar takıntıya döner. Sabah 2 Türk kahvesi içmeden kendine gelemeyen Merve gibi, malafatı sola yatırmadan evden çıkmayan Hasan da vardır. Tüm bu tür alışkanlıklar biraz kurmaca biraz bağımlılık halinde sürer gider. Fakat Kereviz sevmemeyi bir tarz olarak benimsemek, varoluş çabası içindeki benliğini farklı biçimlendirme sefeberliğinin bir parçası olarak ön plana çıkmaktadır. Bir başka deyişle bir hıyarlıktır. Kendimizi sebzelerle, hayvanlarla tanıtmaya başladıysak biraz odunlaşmış veya hayvanlaşmış olabiriz miyiz diye düşünmeden edemiyorum.




Gene döndüm dolaştım geldim kıyafetlerin lisanına. Giydiğin kıyafet seni anlatır. İlk izlenim çok önemlidir ve buna benzer argüman serileri. Kıyafet tabi ki insanlar hakkında fikir verir, tabi ki bir şekilde sosyal sınıfını yansıtır, lakin Davut Güloğlu iş merkezlerinde fıttırı fıttırı dolaşan beyaz yakalı slim fit severleri utandıracak kadar senedir bu slim fit kesimin müdavimidir. Demem o ki, kumaşa veya kesime göre kişiliğini oluşturman kendini uzaktan akraba olan Hayri emminin içliğini giydiğini farketmen ile sonlanabilir. Tüm bu yazdıklarım ekşisözlükteki slim fit başlığı altında kendini beğendirme çabasında olan paçası kısa ekşicilere gelsin.

Slim fit (dar kesim) 5-6 senedir Türkiye'de oldukça yaygın olan ve yaygınlaşmaya da devam eden paçası kısa bir moda akımdır. Davut Güloğlu da slim fit kesimi kendine ilke olarak benimsemiş Türkiye'de slim fit kesimi özümsüyen öncü isimlerindendir. Kendisi yaklaşık 15 senedir bu kesime uygun biçimde giyinmektedir. Hala daha bu slim fit kesimi bayula bayula giymeye de devam etmektedir. O yüzden slim fit diyince aklıma George Clooney veya Kenan İmirzalioğlu değil Davut Güloğlu gelir. Yıllar yıllar önce Davut Güloğlu'nun kolları kısa parlak gri ceketini gördüğümden beri slim fitin anlamı budur.



20 Ocak 2013 Pazar

Kıç Üstü Edebiyatı


Büyük sevimsiz bir yer olsun iş olmasın hatta orası bizim de olmasın kimseye hayrı olmadığı gibi yuva bozsun haram olsun. Ya da küçük sevimli bir yerimiz olsun ve burası tamamen bizim olsun yerler parke yerine cesetten olsun her yere bastığımızda yaşamın değerini kavrayalım "oh be hayat varmış" diyelim hep bir ağızdan. Mekanın hemen altı da yatır olsun. Bir dizi dileklerimiz olsun ve hiçbiri gerçekleşmeyecek de olsa yıldızlar bizi beklesin biz ise kazıklara oturup bekleyelim ki hayaller gerçek olsun.

Her bir şeyi bilen adam ol ama lotoyu totoyu bilme neden bilmediğinin farkında olsan da vur kafayı yat sert zemine. Yanlış bilelim doğru oturalım popülerist bayansıları yerelim. Yalan yanlış söyleyip doğru direk konuşalım. Tatlı yiyelim nefret kusalım. Oyuncak ayılara sarılıp iftira misillemesini planlayalım.

Cehennem var deyorlar. Varsın desin denyolar. Ya yaşadığımız dünya bir başka hayattaki yaşamımızın cehennemi ise. Yok yok değil. Şimdiki cehennemi eski şartlar altında düşünmemek gerekir. Artık kazandır, ateştir, zebanidir çok demode kaldı bunlar. Artık telfon tavayı geçtim seramik tavalar, ankastre ocaklar var. O yüzden "modern" cehennem elektronik sistemlere bağlanmış olmalıdır. Dokunmatiği çalışmayan ayfonlar, internete girdiğinde sürekli açılan ama kapanmayan pop-uplar dolu ve manyetiği bozulup seni bistroda yemek yedikten sonra çaresiz bırakan kredi kartlarıyla dolu bir cehennem. Orijinal olmayan windowslar ya da yok yere arıza çıkaran araba bilgisayarları.... Cehennemde pili bitmiş kumandalarımız, bir çubuk şarjı kalmış telefonlarımız ve tek kulaklığı bozulmuş müzik çalarlarımızla ile baş başa kalacağız...

7 Ocak 2013 Pazartesi

taşak dünya

Herhalde en kötüsü de nasıl bir bokun içinde olduğunu bilmemektir. Bir şeyi destekler ve ona inanırsın fakat sonradan fark edersin ki yanlış tanrılara dua etmektesin. Bu kişisel e-posta adresinin sen fark etmeden "oh beybi kiss mi" mesajını tüm rehberine yollaması gibidir. Üye olduğun dernekler, dahil olduğun kulüpler, inandığın düşünceler nerelere hizmet ediyor ve neyin içindesin bazen bilemiyorsun. O yüzden herhangi bir düşünceyi tamamen savunmak için bazı şeyleri görmezden gelmelisin. Belki de herhangi bir şeye fanatik bir biçimde inanmamak daha yerinde bir davranıştır.

Dünya erkektir, tanrı da erkektir ve bu kadar testesteron arasında bir kadın nasıl keyifle yaşayabilir. Bir tek doğanın dişil olduğu söylenir (doğa ana, bereket tanrıçaları, gaia vs vs) lakin doğayı da sikip attığımız aşikardır. Yeşillikle bağlantımız butik hotelin sevimli bahçesi ya da organik pazardır. Erkeklerin kadınlar üzerinde nasıl bir yaptırım gücü ve denetim imkanı var ise, aynı erkeklerin doğa üzerinde de benzer bir hakimiyeti vardır. Naylon poşette denetimli serbestlik içinde yaşayan doğa boğulup kalma bir kenarda. Arada depreminle, erozyonunla dürt bizi. Amin.


Estetik yoksunu bir gezegende yaşıyorum. Yalın hali büyük ölçüde estetik ve keyif verici olsa da, insan eliyle yaratılan kısımları kaba ve işlevsel yönüyle ön plana çıkıyor. Binalar, yollar, köprüler yapılırken tabi ki sağlamlık ve maliyet göz önünde bulunduruluyor. Kadın eli pek değmez. Yaşadığımız yüzyıla kadar kadınlarla dirsek teması dahi bulunmayan dünya buram buram taşak kokmaktadır. İşlev ön plandadır, estetik lüksdür ve ikincil plandadır.

"Nefes alsın yeter" deyişi bir çok durum için geçerli olabilir. İşlevini görsün yeter. Estetik bina mı dikecez puhaha koy götünü koy demiri çimentoyu bas üzerine tuğlayı aslanım. Dik dursun yeter. İçine bir televizyon iki tencere sığsın ve bir tane de bok deliği bulundursun kafidir. Biz insanlar genç yaratıklardık, dinozorlar gitti biz geldik, son model ya da yeni jenerasyonduk. İyi çocuklardık ne zaman bozduk kendimizi de bedenlerimizi soğuk betonların arasında çürütmeye razı olduk. Akbayramsapienlerin nesli mi tükendi. İnanın çocuklar :D İnanın, inanın da "pan-zehir kültürü" dahilindeki ekolojik tarım, sitar imalatçısı veya Greenpeace'in de yüzü gülsün aç kalmasın onlar da ekmek yiyebilsinler. Daha yenecek çok fazla tam tahıllı ekmek, keşfedilecek çok fazla bohem kafe, gidilecek çok fazla otantik ülke var. Hindistan maymunuyla gurusuyla bizi bekler. Çünkü daha yeni Hindistan'da Mehtab Alan isimli şahıs namus davasına 22 yaşındaki kız kardeşinin kafasını kılıçla kesip onun kellesiyle karakola gitmedi. Çünkü kopan kafalara rağmen aldığın düzinelerce anti-depresanın çaresi Hindistan'dır.

Söylenene göre yaratıcı olmanın iki temel ateşleyicisi varmış. Bu tetikleyicilerden biri tanrı sevgisi biri de kadın aşkıymış. Yaratma içgüdüsü dediğimiz şey allahını bulma ve manitayı kapma düzleminde gelişen olaylar bütünü imiş. İki düşünce de yüzyıllar boyu erkek kişiyi bilime, sanata ve dine yönlendirmiştir. Yaratıcılık öldü mü, yoksa yeniden mi dünyaya geldi. Evet kadın da, tanrı da doğurgan ve cazip. Tanrı öldüyse kadın da ölecek. Tanrı öldüğü gün kadın da son nefesini verecek. Sakal ve bıyıklarımızla bir başımıza kalacağız. Bu trajik ölümlerin akabinde otomobil fuarlarına, pavyonlara, diskolara, kafelere koşturacağız ama bir süre sonra canımız sıkılacak ve silahlarımızı şakağımıza dayayıp beyinlerimizi uçuracağız. Münip Ensesikalın Üniversitesinde 4 yıl ihtisas yapıp da çözülecek kokular değil bunlar.Taşak kokan dünyanın pencerelerini açıp havanlandırmamız gerekebilir.