30 Aralık 2011 Cuma

Ekmekten Hüzün Pastadan Sevinç Çıkaran Adam

Son olarak bir de gereksiz bir başlık attıktan sonra aylık 'Atarlı Aydın' dergisine yazısını yetiştirmek için metrobüse doğru yürümeye başladı. Evi metrobüse 'bir sigara içmelik+ akşam yemeği düşünmelik + eve dönerken eve ne lazım lan' lık mesafe kadardı.
Ayı gibi uyuduğu için saat öğlen 15:23'ü bulmuştu, kalkması evden çıkması ise 16:37'yi bulmuştu. Ha bir de evden çıkarken geçen ay kaybettiği beresini de bulmuştu. O düz siyah olanlardan. Metrobüse kapıya götü kaptırmadan binmişti bile. Hayatındaki en büyük spor metrobüste kol kası çalışmak ve metrobüs virajları dönerken denge çalışmaları yapmaktı. Gençliğinde de pek sporcu sayılmazdı hani. Gerçi pek yaşlı da sayılmazdı zaten 32-33 falandı henüz ama görünüşü bir amca bir dayı olalı 5 sene olmuştu.
Atarlı Aydın dergisinin ofisine girerken apartman kapısının yanındaki yer altında bulunan çay ocağında çalışan Numan'dan yukarı göndermesi için bir çay istedi . Numan yüzü kırış kırış, bıyıkları sararmış bir adamdı. Belli ki görmüş geçirmiş, belli ki hayatın sillesini yemiş bir arkadaştı. Ya da bildiğin standart hıyar gibi bir adamdı. O da muhtemeldi. Bu ihtimal üzerinde fazla kafa yormak istemedi ve yukarı çıktı, yazısını basım için bıraktı, çayını içti, sigarasını içti. Dergiden çıktığında saat akşam 9'u bulmuştu. Ofiste diğer atarlı aylık dergileri okurken zaman adeta su gibi geçmişti . Metrobüse giderken bir sigara yaktı. Metrobüsün turnikeleri ufukta gözüktüğü zaman sigarası da bitmişti. Çok dakikti. Her şeyi planlıydı. Dakiklik onun göbek adıydı. Göbeği biraz büyüktü. Cipsi kolayı biraz kesmesi, çayını şekersiz içmesi gerekiyordu. Neyse. Bu başka bir mesele. Akbili bastı metrobüsü beklemeye koyuldu .Metrobüs beklerken yanlış zamanda yakılan sigaralara baktı,hepsi yarım yarımdı, zeminde enayi enayi yatıyorlardı. Herkes zamanlamasını iyi yapamıyor, bu da benim farkım diye düşündü.
Metrobüsün arkadaki 5 li sırasında yer buldu, çok sevindi şamata öğrencilerin mekanı olan bu koltuklara hemen götünü yerleştirdi. Şimdi kafasındaki tek düşünce melemenin yanına 1 lt kola mı yoksa 2.5 lt kola mı almalıydı. 2.5 lt daha ekonomik lan...

29 Aralık 2011 Perşembe

Büfedeki Dede Likörü

Bir varmış bir varmış alkol içilmeyen evdelerin bazılarında bile ömrünü sürdüren bir likör varmış. O likör ki evdeki tüm eşyalar değişse bile varlığını inatla sürdürürmüş.

Kimi içki şişeleri vardır içki içmeyen insanlar bile evlerinde dekor olarak kullanılırlar. Özellikle viskilere evlerde vampir muamelesi yapılır. Tamam viski yıllanabilen bir içkidir, tamam viski şişesini açıp oda sıcaklığında içebilirsiniz fakat şöyle bir şey var ki viski de bozulabilen ölümlü bir içkidir. Ayrıca şarabın da bir raf ömrü vardır. Şu şekilde anlatıyım. Her viski, her şarap yıllanması için bekletilmez. 100 yıllık şarap 30 yıllık viski diye gördüğümüz içkiler evde tozlu, kenara itilmiş, misafir için görüntülenen içkilerden olmuyor. Özel şaraplar ve viskiler yıllanıyor kaliteye göre, içeriğine göre onu ben de tam bilmiyorum. Sizleri bu konuda aydınlatayım dedim biraz. Hayır yani abi bak yıllanmış şarap var, hacı yıllanmış viski var diye bağırsaklarımızı, midelerimizi tehlikeye atmayın lütfen.

24 Ekim 2011 Pazartesi

Ulus-Devlet

Dün Haber Türk spikeri Van'daki deprem hakkında "Deprem her ne kadar Van'da da olsa hepimiz üzüldü"' demesi herkeslerden tepki aldı. Bize vatandaşlık,tarih,çoğrafya ve edebiyat derslerinde ülkemizin bir bütün olduğu, taşının toprağının her damla kana değer olduğu öğretildi. Biz bu yalanlarla büyüdük, bir sürü genç insanın ülkenin bütünlüğü için savaşlarda öldüğünü göz ardı ettik, doğar doğmaz bir devlete, bir ideolojiye ait olduk. Ulus-devlet kavramı, çoğumuzun bildiği gibi devletler için büyük toprak sahibi olmanın öneminin azaldığı, ticaretin seyrinin değişmeye başladığı, milliyetçilik fikirlerinin yaygınlaşmaya başladığı dönemlerde ortaya çıkmaya başladı. Bayraklar, marşlar,milli müsabakalar ulus-devleti için birleştirici unsurlar oldu, eğitim ve askerlik ise bu düşünceleri aktarma araçları/ ideal vatandaş yaratma gereçleri olarak görev üstlendiler. Bizlere hayatımız boyunca ulus bilinci konusunda düşüncelerimizi tazeleyecek bilgiler aktarıldı. Ülkeni sev, devletini say, Eurovision'u izle gibi düşünceler beynimize işlendi durdu. Şimdi en başta yazdığım cümleye dönersek, bizim kuşak ulus-devletin kuruluşunu kitaplardan okudu. Bu sebeple Van neredeymiş nasıl bir yer miş ya da Diyarbakır'daki insanlar nasıl yaşarmış ne yaparmış haliyle televizyondan öğreniyoruz. Ülkemizi farklılıkların anlayışla yaşandığı bir bütün olarak tanımlıyoruz. Mermer bu mermer lan diyoruz! Hayır yani gitmediğin, gezmeye bile yeltenmediğin Van senin için olsa ne olur olmazsa ne olur. Herkes bir arada yaşamak zorunda değildir. Tut kafasından dolaşmaya çalışsın, ama aynı eksende dönsün dursun. Oyuncak senin olsun ama hiç oynama köşede dursun. Bilgi sahibi olmadığımız şeyler hakkında fikir sahibi oluyoruz. Sırf devlet kötü adam dedi diye, birinin beynini dağıtabiliyoruz. Kahvelerde, meyhanelerde ülkemizi deliler gibi savunuyoruz ya da eleştiriyoruz. Aslını bilmediğimiz şeyler hakkında ömür boyu konuşuyoruz ve kendimizi yıpratıyoruz. Askere gidiyoruz, gerekirse adam öldürüyoruz, ama suçlu bulunmuyoruz. Demek istediğim, ülkenin her koşulundan, her köşesinden haberimiz olmasa bile herkesi bir görüyoruz. Teoride iyiyiz ama pratikte sıçıyoruz. Tıpkı spikerinde gaf yaptığı gibi, bazen insanlar olarak azınlıklara karşı; iyiler hoşlar ama bana uzak olsun gibi imalarda bulunuyoruz. Ayrıca şöyle de bir şey var 20 Milyon insanı azınlık gibi tanımlamak da komik oluyor kanımca. Bu yazıda asıl üzerinde durmak istediğim nokta insanların ulus-devlet kavramını fazla sorgulamaması, terör olaylarını analiz etmeden siyah kurdelaları takması, ülkenin yerel problemlerine kulak asmadan, devletin ideolojisini sorgulamadan desteklemesidir. İnsan yaşadığı alan dışındaki yerleri pek sallamaz. O yüzden günlük hayatımda vatanın bir bütün olması ya da olmamasının bana ucu dokunmadıkça, beni pek de alakadar etmez. Etmemelidir. Sen devlet misin, bırak devlet düşünsün, sen ayık ol yeter. Bu arada sakın beni de anlamadan saldırmayın, darılırım. Spiker kadın için Van şehri sadece bir kelimeden ibaretti sanki, ki bu olağan bir şey insanın zihni aslında küçük bir ortamı benimseyebiliyor. Spikerin bu gafı yapmasında ülkenin özellikle doğusunun medya tarafından sürekli olarak ötekileştirilmesinin de çok büyük etkisi var. Türkiye'nin Doğu bölgeleri gittikçe Marmara bölgesinden uzaklaştı ve tamamına yakınına isyan eden edepsiz çocuk rolü uygun görüldü. Orası bizimdir, orada oturanlar yaşamayı, önündekilerle yetinmeye bilmiyor dendi. Tüm bunları söyledikten sonra bile gene bir bütünüz değil mi? Biraz sakin olun, nefes alın. Bu gafı yapmak sadece spikerin değil, tüm medyanın ve medyayı yönlendirenlerin problemi olmalı. Beraber yaşanacaksa insanca yaşanmalı.

Ha bu arada Kandilli Rasathanesi yıllardır 7-8 yıl aralıkla büyük depremler gerçekleşmesi yüksek olasılıkta diye bas bas bağırıyor ama hala yeterli önlemleri alınmadı. Şimdi de 19 yaşında bir çocuğu enkaz altından kurtarmışlar onu izletip duruyorlar halkın moralini yükseltmek için ama diğer insanlar da ölmeyeydi iyiydi. Neyse bu sefer arama kurtarma ekipleri etkili çalışıyor gözüküyor.

19 Ekim 2011 Çarşamba

Ham Bünye

Bir çoğumuz kapalı alanlarda, masa başlarında çalışmak zorunda kalıyoruz. Oturduğumuz koltuk göt şeklini alıp bizi sarıp sarmalıyor, avuç içlerimiz farenin şekline bürünüyor. Tahmin edersiniz ki insan evladı bu kombinasyon için evrilmedi yüzyıllarca. O sebepten ofiste koltuğundan kalkan bünye devamlı spor yapmıyorsa ara sıra yapılan spor aktivitelerinde ham vücudu zedeliyor.

Türkiyede erkeklerin yaygın olarak yaptığı spor aktivitelerinden halı saha bu tablonun görülebileceği en acıklı sahnelerdendir. Halı saha aktivitesinde gün yüzü görmemiş kıllı bacaklar şortla birlikte meydana çıkar, dar gelen takım formaları göbeğe yapışır.


Maçın ilk 10 dakikasında ileri geri deparlar atılır. Sonrasında oyuncu kendine bir alan parseller ve durduğu yerden uzun paslar atmaya çabalar. Yarım saat geçtikten sonra defans hattı çöker kale önünde piknik yapan, sote kuran forvet golleri arka arkaya sıralar.Maçlar genellikle bu betimlediğim görüntüde sürer gider.
Madem bu kadar yazdım bir sosyal mesaj vereyim tam olsun. Parklarımız çoğalsın, tenis kortları, basket sahaları, belediyelere ait halı sahalar çoğalsın isteriz. Bu sayede şortlarımız götümüzde daha güzel durur, yapışan tişörtlar can sıkmazlar.

Kadim Palamut

Hepimiz kurt postundan miğfer yapan gözüpek Berserkerleri ve Azteklerin cesur Kartal Savaşçılarını biliriz. Fakat pek azımız Kapıdağ yarım adasında yaşamış olan denize kıyısı olmayan düşmanlarını Palamutla döven efsanevi Palamut Şövalyelerini biliriz. Kapıdağ bir çok eski uygarlığa ev sahipliği yapmıştır. Yüzyıllar boyunca çekirdek çitlemeyi sevenlerin ve deniz simidiyle yüzmeye çalışanların uğrak mekanlarından olmuştur. Bütün bu bilgiler bir sonraki nesle tane tane ve bas bariton bir sesle anlatılmalıdır ki ciddi, önemli bir konuymuş gibi duyulsun.

Tüm bu lafları söylerken bir yandan da rakısını yudumlayan Duayyen artık sınır tanımıyordu. Az saçı, göbek deliği üzerine çekilmiş pantalonu ve sünnet ayakkabısı benzeri ayakkabısıyla çoştukça çoşuyordu. Kimse Duayyen'in neden niçin bu palavra, hikayecilik yoluna baş koyduğunu bilmiyordu ama hafif esen meltemle uçuşan beyaz kulak kıllarıyla gene herkesin dikkatini çekmeyi başarmıştı.

18 Ekim 2011 Salı

Sinemayı Hayattan Daha Çok Ciddiye Alan İnsan (Çok Acayipmiş Gibi Uzun Başlık)

Sinema derken torrent ve hemen-izle formatını da konuya dahil ettiğimi belirtmek isterim. Çünkü sinema biz gençler için ne kadar manitayla gidelen sinema salonu demekse bir o kadar da torrentten indirilen filmin kahve ve aşortman eşliğiyle izlencesidir.

İnsan evladı sürekli gelişen, evrimleşen, cinsleşen, depreşen bir canlıdır. Sinema insanı, atkı insanı, sarımsı sayfalı kitap insanı (Yellow Pages'i karıştırma lan!), kemik gözlük insan, drum tütün insan, ince uzun bacak bıyık boğazlı kazak insan, arada renkli giyinirim aklını alırım insan gibi insan çeşitleri birleşti ve yeni bir tür insanı yarattı ' nerden çıksa cevaplarım yetisine sahip olmak isteyen insan'.

Biz gençler iyi güzel yaşıyoruz da, tecrübelerimizin çoğunu görsel yoldan elde ediyoruz. Artık fazla zahmete girmemize gerek yok, aksi gibi buna zamanımızda pek yok. Deneme yanılma yoluyla tüm hayatımız boyunca yanılık (ben uydurdum) bir şekilde dolaşma riski bugünkü şartlarda çok yıpratır bizleri. Her neyse, örneğin bir konu açılıyor atıyorum kürtaj olsun muhabbet hemen "ya festivalde bir film izlemiştim kuzeyli bir yönetmenin çektiği, kızlar yasadışı kürtaj yapıyordu şu şudur bu budur". Konuyu yaşamadan, dinlemeden, biz zaten filmde izleyip öğrenmişiz. Ya insan tabi hayattaki herşeyi tecrübe edemez, ki görseller harika bir araçtır bilgi edinmek için fakat her boka maydanoz olmaya başladık lan. Şimdi ben televizyonu açtığım zaman ya maç izliyorum ya da belgesel.

Belgesel izleye izleye abuk sabuk bir çok konu hakkında fikir sahibi oluyorum. Sırtlanın dişisinin çükü olduğundan tutun ( aman fazla tutmayın), Taiwandaki Taipei 101 binasının depreme hangi materyaller sayesinde dayanıklı olduğuna kadar bilgi sahibi oluyorum. Bizim kuşak anekdot bilgi deposu haline geldi.

Wikipedia gibi siteler sayesinde Japonya'daki böcek dövüşleri hakkında da bilgi alıyorum, Afrikadaki Akan insanları hakkında da. Fakat bu aldığımız bilgileri bize sunulduğu gibi alıyoruz. Gerçi kullanım kılavuzu olmadığı için ben şahsen çok da fazla alıyorum. İstediğim miktar, istediğim aralıklarla alıyorum. Bilgi çöplüğü gibiyiz. Kısa, kısa, parlayıp sönen flaş gibiyiz. Her şeyin içinin boşaltılıp, kenara atıldığı bir çağda, yanıp sönen led ışıkları kadar kişisel bilgeliğimiz.

Anektod gençliği olarak buradan sesleniyorum, bu bilgileri alıp kıçımıza mı sokcaz :). yok lan gene güzel bence tüm bu gerekli gereksiz bilgiler...

17 Ekim 2011 Pazartesi

Helal Lan

1.Uluslararası Helal Kongresi 14-15 Ekim 2011 tarihlerinde Ankara Limak Ambassadore Hotel'de gerçekleşti. Kongre temel olarak helal markaları yaygınlaştırmak,kurumsallaştırmak ve belirlemek amacıyla düzenlenmişti. Kongrede kozmetik ve gıda gibi sektörlerde Helal Sertifikası diye bir şey oluşturması üzerine konuşulmuş.

Şampuanlarda kullanılan jelatin bıdı bıdısı genelde domuzdan yapılıyormuş da o konuda herkes uyarılmalıymış. İyice dozuttu millet. E o zaman domuz yiyen adamla da iş yapma, domuz kelimesi geçen satırları okuma, domuzluk yapanlarla konuşma,yaban domuzlarının kökünü kurut. Allahın hayvanını düşman bellediler. Ulan domuz be,bildiğin domuz, kuyruklu, burunlu,pembe,siyah filan.(gerçi çok tanışmıyoruz kendisiyle) Sevimli domuzcuklar yerine şekeri, jelibonu, püsküvütleri düşman belleseler daha yerinde bir davranış olur. Yalnız anti-parantez kongrede GDO'lu ürünlere karşı tavır almaları da güzel bir şey. O değil de hilafet kaldırdı fakat Helal biraderler, diyanet işleri gibi kurumlar modern fetvayla ayarı veriyorlar gene inceden. İslamiyetin çağı yakalamaya çalışması güzel bir şey. Fakat domuz da ne hayvanmış yüzyıllardır milleti korkuttu öcü gibi.

İslam dünyasında domuz yememek isabetli karar (çiftlik domuzu biraz yağlı oluyor ama pastırması ve hamburger köftesi güzel oluyor (: ) fakat kuzuyla danaya çok yükleniyoruz onlara da yazık. Bir domuz müslüman toplumlarda cillop gibi yaşar dokunan yok eden yok (yaban hariç). Ama istiyorum ki domuzları da sevelim onlar da şeker yiyebilsinler.

10 Ekim 2011 Pazartesi

Çürüme ya da Kuruma

Oda buz gibiydi ki bu Risale fi Ma'anii'l-Akl'ı kısık mum ışığında okuyup anlamasına hiç yardımcı olmuyordu. Bir somun ekmekten kalan son lokmayı guruldayan midesine attı. Bu lokma sanki biraz olsun midesindeki ekşimeyi geçirmişti. Daktilonun üstünde bir parmak toz birikmişti çok uzun zamandır el değmemişti belli ki. Evde sadece bir kaç kuru limon ve biraz tuz kalmıştı. Birden bir ürperti geldi ve hırkasının düğmelerini boğazına kadar ilikledi. Artık tarlayı sürmesi gerekiyordu geçen hasat döneminde toplayamadığı tüm ürünler ya çürümüştü ya da kurumuştu.Birden gökyüzünde bir patırtı oldu kitabı kapatıp biraz dinlenmeye karar verdi.Gözlüğünü çıkardı ve masanın köşesine koydu. Yan odada duran kovadan bir avuç su aldı ve saçlarını ıslattı. Soğuk odada titrek mum ışığı dışında hiç bir hareket yoktu.

Birden 'ping' diye bir sesle irkildi elektrikler gelmişti sonunda. Dışarıda havai fişek atanlara sövdü. Kaç saattir götü donuyordu ve 17.Yüzyılda falan yaşadığı sanılıyordu. Mutfağa gidip kombiyi kökledi ve ping diye sesi çıkaran buzdolabını açtı kuru limondan başka bi sikim yoktu. Ayı arkadaşları önceki gün içtikleri tekila bardaklarını, tuzu muzu ortada bırakmıştı. İnsan toplar yahu diye geçirdi içinden. Bozuk Ayfonuna bakıp telefoncuya küfür etti ve yarın üşenmeyip telefonu yaptıracağına kendi kendine söz verdi. Yemeksepetini açıp iki tane steakhouse burger menü söyledi. Gene bokunu çıkarmıştı, bir tanesi neyine yetmezdi. Elektrik kesintisinden dolayı Beşiktaş belediyesine son bir kez daha küfür edip Farmville oyunundaki tarlalarına kivi dikmeye başladı.

6 Ekim 2011 Perşembe

Topu Topu 7 Tane Nota Var

Merhabalar;

Bilmiyorum farkettiniz mi ama müzik piyasasında biraz sıkıntı var. Ha bir de küresel ısınma var ki yaz ayları Pitbull, Kanye West, Serdar Ortaç ve Sezen Aksu mevsimine dönüştü. Yaz mevsimi sahildekiler için Billabong mayo (Quicksilver da kabul), Rayban gözlük, sahilde oynamalık i-phone ( Blackberry de olur üzülme) ve kış mevsiminde özene bezene yaptırılan atarlı ya da yazılı dövme sergisine dönüştü. Müzikler desen eskiden Power Fm'in summer hits diye kasetleri çıkardı ya her yıl hatırlarsın, o kıvama büründü tüm büyük küçük sahil işletmeleri.

Yaz diyorum, Sortaç diyorum, Saksu diyorum, ama galiba müzik piyasasında tüm mevsimlerde bir sıkıntı var gibi. Acaba Sortaç haklı mı 7 nota vardı da müzik yapanl insanlar bunu 'aa harbiden lan diyerek' yeni mi farketti? Hayır şimdi iyi grupların geçmişini okuyorum ya 80 sonu ya da 90 başı kurulmuş. Elektronik olanakların çokluğu müzisyenlere en başlarda bir çeşitlilik kattı gibi gözükse de sanki hafiften bir tembellik, "hemen bir albüm çıkarıyım da tüketim döngüsü aksamasın aga" mantığı bürüdü milleti. Tamam albüm eskisi kadar satılmıyor çakal torrentler var amma velakin konserde de sahne şovu dışında kaliteli müzik ister insan evladı.

Bir diğer mesele ise Apaçi müziğiyle taşak geçen insanlar, telefon melodilerini Apaçi müziği yaptılar, apaçi müziğindeki ritimlere benzer müziklerle clublarda 20 tl ye votka-burn içtiler, içmekteler. Şimdi diyeceksiniz ki şu grup var yeni çok sağlam, tamam tabi ki var o kadar müzik grubu arasında. Lakin, popüler müzik yerlerde sürünüyor ve gereğinden fazla seviliyor. Gereği? Ya o bu değilde hacı Zaz çılgınlığı neydi öyle biraz duruldu di mi? Beyoğlunda masalar toplanırken Zaz cdlerini mp3lerini de topladılar sanırım. Belediye büyük hayır işledi.

Ha bu arada Volkan Konak da tam ölü yiyen çıktı. Kazım öldü ekmeğini o yiyiyor ayıptır arkadaş halk konseri verme artık da esprili karadeniz şiveli dizilerin sayısı azalsın. Lütfen rica ediyorum.

Son olarak bir de şarkının bir bölümünde giren atarlı Jamaikalı abilere sesleniyorum burdan. Abi dediğiniz anlaşılmıyor biraz tane tane, bağırmadan konuşun. Ha illa bağırcam diyorsan git ülkende bağır. Saygılar abiler.


Kafamda deli sorular dırıııı dırıııı kolayca sevemiyorum...

Kusuruma bakmayın, iyi Perşembeler ?

4 Ekim 2011 Salı

Dizi Merakı

Televizyon dizisi nedir; birbirleriyle bağlantılı olaylar anlatılan parça parça izlencelerdir. Eskiden az dizi varmış insanlarda ortak bir bilinç yaratıyormuş, dizi karakterlerinin hepsi insanlarda sanki dizi karakteri kendi özemmioğluymuş gibi bir etki bırakmaktaymış.

İçinde bulunduğumuz bu yıllarda, artık internette hd dizi izle, şunu bunu izle, hemen cillop izle gibi etiketlerle her dizinin, her bölümüne ulaşabilirsiniz. Herhangi bir konu hakkında yüzlerce dizi olduğunu göz önüne bulundurursak, dizilerin artık bir yaşam tarzı edinme biçimi haline geldiğini söylesem çok da yanlış söylemiş olmam. Başka bir deyişle, her birey kendi tarzına uygun diziyle kendini ifade edebilir: 'abiii dexter manyaks ya' gibi söylemlerle ortamda tarzını belli edebilmektedir. Artık insanlar birbiriyle uzun uzun iletişim kurmak yerine; 'abisi ben şu diziye bayılırım, şu film hayatımı çok derinden etkiledi, bu müzik grubu sanki beni anlatıyor' gibisinden kalıplar kullanarak ayaküstü iletişim kurabilmektedirler. Böylece bir insanı saatlerce tanıyacağımıza, işi dakikalara bırakabilmekteyiz.

Benim sövmek istediğim nokta ise, genç kuşakta, özellikle üniversite öğrencileri arasında dizi tüketimi. Bilgisayar başına bir oturup ayı gibi 10 bölüm üst üste dizi izlemek. Ecnebi diziler arada izlenir kafa boşaltılır fakat, bunu hayatın bir ihtiyacı gibi kullanınca kafada görüntüler imajlar uçuşmaya başlar ama hiç biri de kafada gerçek anlamda yerleşmez. Dizideki çapkın yakışıklı karakter ergenin erken boşalma sorunuyla karşı karşıya gelmesine sebep olur.



Bu diziler bizleri biraz sığıra dönüştürdü ne düşünür olduk ne de yaratır bu meret yüzünden. Yok bir de hepimiz çat çut sikişiyormuşuz gibi Barney (havaymetyormadır) süper ya aynı bizim Koray di mi Koray,adam çok matrak aynı ben benim de aklıma gelmişti bu gibi havalara giriyoruz.



Sevgili öğrenci, muhtemelen anandan babandan harçlık alıyorsun. Hasretinden cüzdanındaki prezoları eskitiyorsun. Kafa da kuruyorsun da kuruyorsun. Yani boşuna heveslenip üzme, yıpratma kendini, aç Xhamster'ı durum komedilerine prim verme.

Öperim...

3 Ekim 2011 Pazartesi

Bir Zamanlar Anadolu'da

Nuri Bilge Ceylan'ın çekilen her filmine tezcanla izlemeye gidiyorum. Gene bir ödüller almış, gene güzel güzel kareler çekmiştir diyerek.

Neyse, Cumartesi günü yeni filmine gideyim dedim. Bilet aldım daha iki saat var o arada U2 Irish Pub diye bir yer keşfettim ve oturdum. (geç kalınmış bir keşif) Biraz kazık fiyatlara sahip olması ve nakit ödeme zorunluluğunu saymazsak oldukça keyifli bir yer. İyi biraları var. İki tane içtim. Filmde 17.45' de, geldi çattı zaman, Pub'dan zor koparak filme girdim.

Bundan sonraki paragraflar film hakkında 'Söyleme lan oğlum izleyecektim!' içerir;

Şimdi filmin konusu şöyle; bir katil var. ortada evli bir hatun var. arkadaşıyla evli o hatun. onun kocasıyla ile katil arkadaş yani. katil öldürüyor arkadaşını. katil hatunu seviyor şeklinde.(Bu kadar boktan anlatılır bir konu (: ) Tabi film gerçekte bu kadar çabuk akıp gitmiyor. Filmin ilk 1 saati yavaş akmasına rağmen etkileyici bir atmosfere sahip. Olayı çözmeye çalışıyorsun, köyün muhtarına gidiliyor, elektrikler kesiliyor, güzel kareler var kötü bir oyunculuk da göze batmıyor.


Fakat cesedi bulduktan sonra film uzuyor da uzuyor. Doktorun bıyıklarına yakın çekimler, savcının uzun ve gereksiz darlamaları, Yılmaz Erdoğan'ın komik bir karakter mi yoksa 50 yaşlarına yakın dertli emekli olmak isteyen sıradan bir adam mı olduğu çelişkisi izleyeni, telefona mesaj falan gelmiş mi lan acaba düşüncelerine sürüklüyor. Şimdi Nuricim, bu film bir yüzüklerin efendisi olacak bir kurguya sahip değil. Hani ben sanat yapıyorum hacı hayattan kesitler veriyorum desen de izleyen de insan evladı. Belgesel olsa tamam derim aa çok doğal. Gel gelelim, bu bir film. Sıkıntılı sigara içen adamlar izlemek isteyen her otobüs durağında ya da taksi durağında bu görüntüleri izleyebilir. İnsanların düşüncelere dalması için sigarayı uzun uzun körüklemesi de şart değil. Yani film Türk filmleri genelinde iyi bir film fakat, bazı yerler mayıs sıkıntısı verecek kadar uzatılmış. Yahu adam yakalanmış hala hastahaneye gelişini, arabaya binişinden, arabanın gidişinden, hastanenin girişine kadar gösteriyorsun.

Ben bunları söylüyorum da filmi bu kadar itin götüne sokmamdaki bir sebep de Fenerbahçe maçının aynı saate denk gelmesi. Bu çakışma sert sözlerimde büyük bir etken :). Yok bir de 4-2 yenmişiz, kaçırılacak maç değilmiş yav. 3 saat manzara filmi mi olur lan.



Sonuç olarak, filmin büyük bir derdi var desem, yok. Lakin olması da şart değil. 3 Maymun filminden sonra oyuncular da, kurgu da hafif kaldı bence. Ha zaten illa daha iyi olmak zorunda da değil zaten.

Yalnız şunu söylemeden de geçmicem! Ulan! Anadolu'nun ücra köşesi diyorsun bir tek toroslar var ücra köşenin özelliği olarak. Filmde elektrikler kesiliyor. Kırsal yer. Elektrikler sık sık kesiliyor. Ücra köşe ya. Fakat şöyle de bir şey var, Beşiktaş'ta da elektrikler paso kesiliyor, köyde elektriklerin kesilmesi o kadar da geçmişte kalmış bir olay değil yani. Söyleyeyim de ben.

Saygılar...