30 Mart 2012 Cuma

Eser miktarda asilik içerebilir!

Bariz bir şekilde şiddete maruz kalan zindandaki bir mahkum, gardiyanı için muhtemelen kin besliyordur. Dahası, gardiyana zarar vermek istiyordur ve kendisine uygulanan bu şiddet olayına bir son vermek istiyordur. Eğer tabi şiddet görmekten zevk almıyor ise.

Bugünlerden birkaç on yıl önce fiziksel şiddet dışında bir şiddet çeşidi aklımızı fazla meşgul etmiyordu. Soğuk savaşın bize tanıttığı psikolojik şiddet şuan bir çoğumuz tarafından bilinmektedir. En azından fiziksel şiddetin dışında başka şiddet çeşitlerinin de varolabileceğini bilmekteyiz.

Sıkı bir disiplin, katı kurallar, sürekli baskılar ve süregelen haksızlıklar (tüm bu psikolojik şiddet çeşitleri) insanı isyana, hainliğe, tepki vermeye itebilir. Sürekli olarak büyük çocuklardan dayak yiyen bir çocuk, bir gün ya abisine söyler ya da taş/sopa ile büyük çocuklara dalar. Diğer yandan, büyük çocuklar bu küçük çocuğu arada bir tokatlarsa fakat aynı zamanda da küçük çocuğu arada bir pohpohlarsa çocuk büyük bir tepki vermez ve bu dayak durumuna uyum sağlar. Bir araba lastiği ya da lastik top da aynı tepkiyi verir. Topu çok şişirirsen iyi zıplar fakat aynı zamanda taş ve çivi benzeri şeylere karşı dayanıklılığı azalır, patlama ihtimali artar.

O yüzden şişirilen bir lastikte siboptan biraz hava kaçırılır ve patlama ihtimali azaltılır. Bu sayede topumuz veya lastiğimiz daha dayanıklı hale gelir. Bizim için, yönetilen insanlar için de bu durum geçerlidir. Bize verilen ufak tefek ayrıcalıklar bizi mutlu eder, bizim gururumuzu okşar.Bu durum yelkenleri hemen suya indirmemize sebep olur.Bize verilen bu imtiyazlar itiraz etme şiddetimizi azaltır.
Osmanlı İmparatorluğunun Avrupa ülkelerine verdiği kapitülasyonlar da anlattığım olaya benzer dış politikadaki gerilimi azaltmak içindi. Yani amaç sibobu biraz gevşetip bütünlüğü korumaktı. Keza, Tanzimat Fermanı da Osmanlı'daki isyanların şiddetini azaltmak amacıyla "sibop yöntemi" (hemen isim uydurdum bilimsel oldu)uygulanmıştır.


Ayrıca,yukarda bahsettiğim olayı yaratılan anti-figürler, anti-kahramanlar aracılığıyla da desteklediklerini düşünüyorum. Şöyle ki, yaratılan bir Che figürü haksızlığa uğradığını düşünen, isyanlara koşmak isteyen insanı 'he böyle insanlar var ne güzel' diyerek pasifize edebilir eyleme geçme konusunda duraksatabilir. Şöyle ki,kişi popüler kültürdeki anti-kahramanları izleyerek kendi davasını savununan başkaları da olduğunu düşünür. Bu dünyada yalnız olmadığını, kendi gibi "güzel" insanlar olduğunu var sayar. Kendini yalnız hissetmez, boşluğa düşmez, kendi kendine biriyle ideolojisini dost eder. Yaratılan bir Superman karakteri de iyilerin her zaman kazandığı imajını bize yükler. Bu da bizi mutlu eder. İyinin kazanacağına inanırız güzel bir ahlak ediniriz ve bu şekilde yaşamayı yeğleriz. İsyankar karakterler de aynı endüstri içindedir. Asi bir karakter de ara sıra resmedilir ki, aksi düşüncelere sahip insanlar da kendi kahramanları izleyip rahatlar, refaha erer. Onları bir tüketim malzemesi haline getirirler. O insan gittikçe bir ikona dönüşür ya da bir meta haline getirilip tüketilir.Che örneğinde de olduğu gibi sonradan kişiler Che'nin tişorta basılan bir sakallı adam kafası olduğunu düşünmeye başlayabilir. Bir pazarlama ürünü olarak kullanılan Che'nin sakallı vesikalık resmi bugün baskılı tişort satanların favori resimlerindendir. Meta haline getirdiğimiz karşıt-fikir adamlarının/kadınlarının tüketim malzemesi haline getirilmesi toplumun "karşıt fikirler de yaygınmış o zaman o kadar da bok bir durumda yaşamıyoruz" şeklinde düşünmesine sebep olabilir. İsyan ihtimaline karşı alınan önlemler başarılı olmuşa benziyor.

Dükkanda hiç bir mal satamayan bir esnafın akşam eve gittiğine "Muhteşem Yüzyıl" izleyip vay be ne büyük imparatorluğun torunlarıyız diyerek böbürlenmesi tam da üst tarafta bahsettiğim durumu anlatıyor olabilir. Bizi uyuşturmak, pohpohlamak için her eve dağıtılan medya araçları bizi güçlü, farklı ve mutlu etmek için "muhteşem" bir araçtır. Yaygın ideoloji televizyon aracılığıyla çok kolay yaygınlaştırabileceği gibi aynı zamanda olaylar olduğundan farklı mutlu edici bir şekilde de yansıtılabilir. Neyse şimdi bu konuya girersem çıkması zor.Zaten çok satan atarlı kitaplarının çoğu bu bahsettiğim medyanın yönlendiriciliği konusuna parmak basıyor.

Ya aslında ben bu konu hakkında yazmayacaktım. Geçen Fox Tv'de bir diziye denk geldim ve bana karşılaştığım diğer dizileri anımsattı. Her zaman sakallı, kısık gözle bakan ve siyah pardesü adamların neden her dizide olduğunu merak etmiştim.

Fabrikasyon bir şekilde ceketin üstünde gür,kısa,yeşil tonlarda sakalı ile dikilen kafaların neden her dizide ortaya çıktığı üzerine bir kaç düşünce geliştirmiştim. (Bir de bu adamların bir burundan soluma tribi var ki sorma ağzının ortasına vurasım geliyor görünce bunları) En son aklıma şey geldi. Bu adamlar genelde yasal olmayan işleri onurlu bir şekilde yürüten karakterler oluyorlar. Sanırım devlet çaktırmadan illegal iş yapan adamlara bir övgüde bulunuyor. Sanki bu tip adamların iç pazar ve dış pazarı dengede tutmasını, ekonomiye daha çok katkıda bulunmasını sağlanmaya çalışılıyor gibi bir yayın planı var ortada. Tamam bu tip adamlara özenen kişiler de çok, fakat bu nasıl bir sıfattır ki her dizide namussuz kadına okkalı bir tokat atar. Sonuçta büyük bir cari açığa sahip bir ülkeyiz. Bu tip yasadışı işler cari açıklarımızı mı kapatıyor acep. Hani bizde bu ülkede yaşıyoruz sokakta bu tip adamlar görüyoruz ama pek hoşlanmıyoruz. Neden bu adamları gidip de her dizide izliyoruz onu anlamış değilim. Ülkü ocaklarında bu adamlardan düzinelerce bulabilirsiniz ama gidip de karşısına geçip izlemek istemezsiniz muhtemelen onları. Ama gidip de bu adamları dizide bayıla bayıla izliyorsunuz. Sevdiğim bir kız vardı orospu olmuş kahpe kader diye diye dizilerde dolaşan bu adamların azalarak bitmesini öneriyorum.Yoksa seviyonuz mu lan bu adamları...

6 Mart 2012 Salı

Distopya ve alışma süreçleri

Son zamanlarda okuduğum distopik romanların, izlediğim film noir(black film)lerin ve yine okuduğum bloglardaki komplo teorilerin de etkisiyle ben de distopik bir bugünde neler yaşadığımızı tahmin etmek istedim.
Zaten her asırda insanların bir çoğu distopik bir hayat çizgisinde yaşıyorlar. Demek istediğim, günün en az 8-9 saati çalışıp geri kalan kısımda işe hazırlık yapılıyor. (Yıkanmak,uyumak,beslenmek,stres atmak).Kişi kendi zamanını dolduracak hiç bir uğraş bulamıyor mu ki başkalarını zengin etmekle didinip duruyor. Bir kere stres atmak diye bir tabir var. Neden kendimizi bu denli büyük streslere sokuyoruz ki. Gün içinde iş dışında bir faaliyet düşünememize sebep olan, bizleri bu aciz duruma sokan gene kendi davranışlarımız değil mi. Sustalı maymun gibi eve gelince tv başına oturmak mı isteğin onu bilemem fakat benim değil.

Çok büyük işler başarmana gerek yok, bir rockstar ya da aktris olmana da lüzum yok. Bizim pasif, aylak,kendi kararımızla yapılan eylemlerinden ziyade verilen görevi yerine getirmeye odaklı oluşumuz, sorgulamaz halde yaşamamız insan doğasına uygun bir hal midir? Demiyorum ki çita gibi antilop peşinde koşalım fakat neden tüm gün Microsoft Office, bilimum Windows,mynet oyunları ve ofis fıkralarına maruz kalalım ki. Bu kadar yaratmayan bir insan dünyası birbirine bir şey satmak dışında ne üretebilir ki? Kim kime nasıl ne pazarlasın nasıl kar etsin (tırnak içinde kar üstüne kar katsın) nasıl işleri büyütsün, nasıl kalife bir profesyonel olayım derdi içindeyiz. Ön görülen kariyer aslında kolayca ulaşılan ve adilce uygulanan bir sistem sayılır. Lise eğitimini tamamladıktan sonra isteğin (çoğunlukla ailenin isteği ve para getirecek işler) doğrultusunda üniversite tercihi.(Tabi tüm bunlar eğitim alacak imkanlara sahipsen) O da bitti arada seminer, eğitim zart zurt. O da kesmedi yüksek lisans, doktora(tercihen yurtdışı) .Şimdi yapma arkadaş bunları diyebilirsin.Dersin de. Yapmadığında ortada kalma riski yüksek, girişimci olmadığın takdirde Beşiktaş Yapı Kredi şubesi kapı önünde boş bir yer var battaniyeni alır oraya kıvrılırsın.
Bazen kafamız atıyor abi ben adaya yerleşicem ben bodrumda ufak, bahçeli bir eve yerleşeceğim gibi çok 'anarşist' davranışlar içinde bulunuyoruz. Bu davranış biçiminde bence özlemi çekilen duygu aylak hayatını kendi elinde tutma isteği. Diğer bir ifadeyle, kişinin kendi zamanlamasını kendi yapma isteğidir. Şimdi adaya gidiyorsun iyi güzel. Fakat gene gidip orada Bim'den alışveriş yapıyorsun. 'Yapma git ağaçtan topla!' dersiniz. O seçenek zaten ucube olarak kenara itilmiş durumda. Bu tip kendi aylaklığını kontrol etmek isteyen insanlara çok pis kıl oluyoruz ve içten içe de kıskanıyoruz onları. Adam illa ki Robinson Cruise gibi yaşamak zorundaymış gibi bir hava yaratıyoruz. Adam/kadın en güzelini yapıyor işte kaçabildiği zorunlulukların hepsinden kaçıyor, daha ne yapsın.

Tüm bunlar insanın yaşadığı ortamda tatmin olmadığı, istediği gıdaya ya da istediği konaklama alanına ulaşamadığı distopik bir düzen içinde yaşadığını gösteren ufak örneklerdendir.
Son zamanlarda özellikle internet ortamında tekrar alevlenen ve konuşulan Mason-İlluminati-Şeytani semboller konuları var. Bunların hepsini okuyup ürküyoruz(Tüyler diken diken). Tüm bu semboller bütününe çok şaşırıyoruz ve hatta halimize üzülüyoruz. Anam hemen farkında olayım da Lady Gaga şeytani sembolleriyle beni etkilemesin diye hazırlıklarda bulunuyoruz, bilinç bilinç oluyoruz. Hepsini geçtim de neden 10 saat mesai + fazladan mesai+belki hafta sonu da çalışan insan, plastik kokan suya, elektrik faturasıdan pay alan Trt'ye ya da ne biliyim zemin kat dairede 1000 lira vererek yaşamaya neden bu denli öfkelenmiyorsun ya da üzülmüyorsun? Asıl ürkütücü şeyler bunlar gibi. Çünkü varlığından, bugününden gayet emin olunan, yaşanan zamanlar bunlar. Gerçi blog yazmak falan güzel lan.