28 Eylül 2012 Cuma

Zombiye övgü

İddia ediyorum korku filmlerinde bulunan vampir, kurt adam, elyın(uzaylı türevi), zombi, hortlak gibi karakterlerin arasından en delikanlısı zombilerdir. Niyetleri açıktır götünü yemek için gelirler. Hiç bir zaman götünü yemeyecek gibi davranmazlar. Sağ gösterip sol vurmazlar.

Vampirler ise niyetlerini açık etmez. Sana güzel bir şarap, harika bir şato ya da romantik bir atmosfer sunup göz ucuyla boynunu süzerler. Kibar hareketleriyle göz boyarlar. Tam sen rahatlamışken hart diye gelip boynunu emerler.

Kurt adamları incelersek onlar da bir insan olurlar bir hayvan olurlar. Karakterleri daha tam olarak yerleşmemiştir. Ergenlik çağındaki çocuk gibidir. Bir büyük insan gibidir bir çocuk gibidir. Adam yerine koyup mu davranacaksın, çocukmuş gibi yaklaşacaksın bilemezsin. Kurt çocuğu sinirlendirmeye gelmez hemen bir kapı çarpar, telefon fırlatır. Bununla oturup iki çift laf edilmez.

Elyın desen zaten ayrı dünyaların insanıyız. Kültür farklı. Adama elini uzatıyorsun dilini çıkarıyor. Adam hayatında tokalaşmamış haliyle kültür şoku yaşıyor. Velhasıl kelam Beyoğlu'nda yanında dolaştırılmaz bu eleman. Milletin karısını kızana sarkar. Yapma etme dersin anlatamazsın iki dil iki insan olsa da ondaki dil kimsede yoktur.

Hortlak dediğin şey çocuk korkutur. Etik değerlere sahip değildir. Dolaptan, kilerden veya yatağın altından çıkar. Tam bir zibididir. Ayrıca yılışıktır, sulu zevzektir. Gürültü yapar, uyku kaçırır, sinsi sinsi kül tablası vazo devirir.

Fakat zombi dosdoğrudur. Götünü yiyeceğini açık eder arkandan iş çevirmez. Ali cengiz oyunları oynamaz. Ağır kanlıdır. Acelesi yoktur kefeni sağlamdır. İçer bu akşam. İçmese bile, Taksim'de "arkadaş biraz sarhoş da kusuruna bakmayın" diyerek yanında dolaştırabilirsin. Lakin saat 4'te Beyoğlu'nda dolaşan bir zombiyi kimse fark etmez. O saatte herkes ya zomdur ya da zombidir. Arada kaynar. Asmalı Mescit'ten çıkan güruhlar zombiden daha zombidir. Nitekim zombi acele etmez. Acele işe şeytan karışır bunu bilir ve buna göre yaşar. Ayrıca zombiler paylaşımcıdır. Kollektif bir yapıya sahiplerdir. Avlarını paylaşırlar. Tüm bu saydığım özellikler zombileri Hollywood korku filmlerinin en delikanlı yaratıkları olduğunu kanıtlamama yeterli olur sanırım. Saygılar.

27 Eylül 2012 Perşembe

Kellede devasa lekeler ve 10 cm uzunluğunda kulak kılları belirmeden önce yapılması gereken şu kadar şey

ölmeden önce gezilmesi, taşaklar sarkmadan önce gidilmesi, gözler bozulmadan önce okunması, hali hazırda kulaklar duyarken dinlenmesi gereken 250 bıdı bıdı. bunlar hep meşakkatli idealar hoş hülyalar ve hedeflenen dehlizler. çünkü bunların hepsini izlemeye kalkarken çaktırmadan zaten ölüyorsun. olayı bu. ölmeye yakın olan garipler hayatları pişmanlıklarla doluymuş hissiyatına kapılır derler. ne lüzumu var şimdi Medine hurmasına dönmüşken bünyeyi bu kadar sorumluluk altına sokmaya. biraz salağa yatıp reçeteli kafa yapıcı ilaçlar ile cennete VIP bilet almak varken neden hala kafayı 40 sene önce sattığın arazinin ucuza gitmiş olmasına takarsın. azrail gelmiş kapıya, siki tutmuşsun hala Leyla'yı tavlayamadım, dükkana pimapen yaptıramadım diye üzülür durursun. geçer. vallahi diyom.

imdb internet sitesindeki top 250 filmi izleyecem diye yemeden içmeden kesilip, saç sakalı dökeni gördüm ve haline üzüldüm. imdb yüzünden ağız tadıyla kötü bir film izleyemez olduk çünkü ne zaman bir film izleyecek olsak istemsiz bir şekilde imdb'yi referans olarak alıyoruz. millet aylarca film çeke dursun ben orada 4.7 oyunu gördüm mü bir daha o yapımın yüzüne bakmam aga. o yüzden tüm film yapımcılarına imdb sitesinin kullanıcılarıyla aralarını sıcak tutmak adına onlara ara sıra likörlü çikolata göndermelerini öneriyorum. bu önerimin aynısının tıpkısını video oyunlarının değerlendirildiği gamespot.com için de söyleyebilirim.

hani olur da bir gün Colin Farrell, Evan Mcgregor ve Nicole Kidman ile beraber bir yerlerde oturur bir şeyler içersem, bana ortak beğendikleri bir filmi tavsiye ettikleri an imdb notu kaç oğlum sen onu söyle rakamlarla gel bana sözünü söylemeye raddesine bir sokak iki bakkal uzaktayım. toplar, bestler bir rahat verin de kafamı dinleyeyim. çıkarken kapıyı da kapatın lütfen. beni zapturapt altına almayın efendim. sana söylüyorum imdb bana tanrıyı oynama!

26 Eylül 2012 Çarşamba

mide asidim özler seni bana seni gerek seni

alkolden alınan vergiyle yol köprü cami yaptırmak caiz midir hocam? nedir bu zamlar yazık değil midir köprü altı çocuğuna, hasretle yanıp tutuşana, keyfini bilene, siktir edip gidene ? çoluğun çocuğun rızkını yiyorsun garibanın berduşun düş gücüyle oynuyor reenkarnasyon aracını elinden alıyorsun. bunlar hep ayıp şeyler. ortalama insan ömrünü uzatıyorsun ve emekli sayısı artıyor. bu şekilde emekli maaşı alacak kişi sayısı da artıyor. şimdi onlar düşünsün diyorum. aslan sütü varken angus sütü mü içelim bunu mu istersin. angus sütüyle nasıl gevşersin. arkadaşlarıyla bara eğlenmeye gittiğinde bir sade soda içip ben artık kalkayım işim vardı zaten diyen çocuğa hiç mi için sızlamıyor? ya girişemeyen ve sevişemeyen onca genç fikir dölüne neler olacak? nasıl sokulgan olacak bu genç hormonlar hangi yolla taşınacak bunca DNA? belli ki tütünü kalmayıp çay saran gençlere de üzülmüyorsun. tinerci mi olacağız kozmonot mu. sonra beyin göçü oluyo. olur tabi. beyin bunca stresi bir şekilde bünyeden atamazsa göçer de gider de.







yalnız yumurtaya niye o kadar zam geldi onu pek anlamadım bak. space kek yapıp da yemeyelim diye mi ?

24 Eylül 2012 Pazartesi

Formel barbarizm

Hepimizi bir ciddiyet aldı gidiyoruz. Çok havalı ünvanlarımız var. Hepimiz farklı konularda uzmanız ya da uzman yardımcısıyız. Emmioğlu nakliyat bile üniversite mezunu 2 dil bilen ve tercihen yüksek lisans yapmış eleman arayışına giriyor. Ünvanlar motivasyonu arttırmak için uydurulan takı tokadır. Ünvanların yıllar içinde nasıl evrildiğini "kapıcı" bildiğimiz canım insanın nasıl "apartman sorumlusu"'na dönüştüğüne ve niye bir nevi terminatör misali robotik bir lakaba büründüğüne bakarak çözümleyebiliriz.

Lakin bu isim değişimlerine çok da karşı olduğum söylenemez. Çünkü aslen isim değişimi kullanılan dilin yaşayan kültüre etkisi açısından önemlidir. Dil yaşayan ve sürekli değişen, toplumdaki değişimlerin de gözlemlenebileceği bir olgudur. Artan işsizlik oranlarından olsa gerek eskiden "işsiz" denen kişiye şimdilerde "geçici işsiz" denmesi veyahut eskiden "serbest meslek" ya da "kaldırım mühendisi" olarak geçen iş kollarının şuan "freelancer bıdı bıdı" olarak geçmesi insanların daha çok hoşuna gidiyor olsa gerek. Beni bu güzel sözlerle kandıramazsın. Freelancer kelimesine fena halde kılım. Ne lan o öyle jip markası gibi. Al "concept" kelimesini vur "freelancer"'a oldu mu sana bir metin yazarı ya da bir web tasarımcısı. Güle güle kullan iyi günlerde eskit moruk.

Ünvanları, isimleri ve şekilleri çok ciddiye alan insana fazla ısınamıyorum. Bir yerde onunla oturup sohbet ederken ayakkabımın yırtık kısmını görüp kınayacak veya dişimde kalmış bir pul biber parçasını görüp teessüf edecek hissine kapılıyorum. Bu tip insanları İsviçre çakısını maksimum verimle kullanan, aletin fonksiyonlarını ilke gibi benimseyen insanlara benzetiyorum. Yersiz bir görev bilinci. Vatansever.


Kurumsal bıdı bıdı safsatası. Kurumsallaşma ile ciddiyetin boyutu doğru orantılıdır. Bir insan veya şirket ne kadar kurumsal ise (teknik olarak insan evladı kurumsal olmaz ama) aynı oranda sıkıcı bir şirket veya bir o kadar cehennem azabı etkisi bırakan insandır. Ben Şeytan size türlü acılar vermek için bekliyorum. Sonsuz zamanımız var bebeğim. Ancak size hiç bir zaman kısıtlı zaman dilimi olan o demovari hayatınızda mecburen katıldığınız faaliyetlerin ızdırabını yaşatamayacak olmama çok ama çok üzülüyorum. Cehennemi de kurumsallaştırmanın vakti geldiğini düşünüyorum. Bazen kimi ne kadar yaktığımı kimi kaç kez kazığa oturttuğumu unutur oldum. Yıllar bünyeyi yoruyor aga. Özgür irademi sonunda yendim ve kurumsallaşmaya karar verdim.

Kurumsallaşmanın evrimde nasıl bir yer tutacağını şuan için ön görmek istemiyorum fakat sistemleştirilmiş endüstriyel spor faaliyetlerinin evrimde nasıl yer alacağı hakkında bir tahminde bulunmak istiyorum. Acaba olimpiyatlarda tuhaf ve yersiz bir çok sporun barınması ve bu alanlarda tonlarca profesyonel bulunup işlerini çok ciddiye almaları devletlerin ortak bir evrim anlayışına sahip olmasından mı kaynaklanıyor? Diğer bir deyişle sporlar sahip olduğumuz insan anatomisini kaybetmeyelim en azından şuan ki evrimi sabitleyip garanti altına alalım evrimde geriye gitmeyelim diye sürekli kondisyonu yukarıda tutma çabası mıdır? Hatta ve hatta spor sayesinde yeni ufak tefek evrimlerin kapısını aralayalım diye mi türlü türlü spor dallarında insan vücudunu sonuna kadar zorlamaktayız? İşte bunlar hep seks. Her kasın ayrı ayrı çalıştığı bin bir türlü tuhaf sporun varlığı beni bu tip bir komple teoriye sürükledi. Mel Gibson gibiyim. Tabi diğer yandan bu yaz biraz da sıcak geçti İstanbul'da. Bu tip sözleri sarf etmemde sıcak geçen bir yazın da etkisi vardır muhakkak. Akşam televizyonda olimpiyatları izlerken çaresiz vantilatörüm yetersiz kalmış olabilir.



19 Eylül 2012 Çarşamba

şimdiki moruklar çok asiler ve hiç söz dinlemiyorlar




bu morukluk nereye gidiyor sorarım. hoop amcacım çıkış diğer tarafta yanlış saptın sen. he amcacım he orası. ne diyordum şimdiki morukların gençlere hiç saygısı yok. öncelikle çok ön yargılı ve saygısızlar. iki oturup dinlemeyi bilmez 40 yıldır kafasında olanı değiştirmek için hiç kulak vermezler. hele o televizyonları yok mu bütün gün başındalar. oğlum diyorum çık bir hava al arkadaşlarınla oyna çorapları çıkar toprağa bas elektriği biraz toprağa ver yok hala ben sözcü okuyacağım ülke elden gidiyor 1 torba kömüre ülkeyi Atatürk'ü sattınız bee diye böğürüyor. hiç ayarı yok bunların. gel dedim emmi bir soluklan sana bir bardak su vereyim sonra oturup konuşalım tartışalım dedim. sataştı, yargıladı, yaftaladı. at kafası. koydum götüne tekmeyi. sonra vay efendim bebeklik nereye gidiyor. geçen yıllarda bir projem için 1 ay boyunca her gün aralıksız cumhuriyet okudum. 1 ayın sonunda 67 yaşında bir memur emeklisi idim. artık altınolukta bir yazlığım, her gün gazetemi getiren bir çağdaş bir site bekçim ve etrafımda bahçeme girdiği için küfür edeceğim bir düzine velet vardı. istanbula döndüğümde bir otobüse bindim iki genç bence akepe belediyeleri iyi çalışıyor diyordu. dedim tı tı tı tı tı nereye gidiyor bu gençlik. bu otobüs otogara gider amcacım biz de otogara gidiyoruz dediler. hassiktir dedim yanlış otobüse binmişim. çıkarken hanım ilaçları vermeyi unutmuş ah münire ah. 1 ay boyunca okuduğum gazetenin etkisi bir süre sonra geçti ve kendimi arkadaşla şarap içerken buldum. bir kez daha şimdiki morukluk nereye gidiyor arkadaş dedim ve kalan şarabı fondipledim.

17 Eylül 2012 Pazartesi

Kaypak adam

Herkes şehirleri kötüler ben ise onlara aşığım. Bir kere şehirlerde hiç bir zaman yalnız kalmazsın etrafta hep bir ses vardır ve bu sesler sana yalnız olmadığını hatırlatır. Sonra sonra o güzel bin bir kokuyu içinde barındıran koku deryası çöp konteynırları yok mu her çöp bir başka hikaye anlatır. Sadece öylece uzanıp keşfedilmeyi beklerler. Tası toprağı toplayıp şehre yerleştim neydi o be köydeki yamuk yumuk domatesler, elmalar. Salata yapacağım zamanlar kaç tane domates koyacağımı şaşırıyordum. Hiç bir standart yoktu domateslerde konsantre olamıyordum yaptığım salataya. Seyrek meyve suyu gibiydim. Tüm bu farklı boyutlardaki meyveler ve sebzeler kalori hesabı yapmamı zorlaştırıyordu. Neyse ki artık her sebzem ve meyvem muntazam. Hem köyler sessizdi, tıpkı ölüm gibi. Dağın başında ne yapıyorduk ki biz kuzum öyle ya. Düşündükçe bile insanın içine bir sıkıntı basıyor. Şehirde ise ambulans sesleri hayata olan inancımı tazeliyor bana ölümlü olduğumu hatırlatıyor ve ayaklarımı yere daha bir sağlam basmamı sağlıyor. Ah ah o insanları samimiyetle kucakladığım o toplu taşımalar. Aşığıyım. Belki de hayatımda hiç samimi olamayacağım amcalar ve teyzelerle yani tüm o hayatlarla burun burunayım. İnanmazsın ama o otobüste kimin ne zaman duş yaptığına kadar biliyorum. Bu şekilde hiç iznim olmayan hayatlara müdahil oluyorum. Şimdi ev kiramı yatırdım ve aylık akbilimi yükledim. Düşünebiliyor musun kalan paramın hepsi benim ve bununla belki bir kaç sinema bileti bile alabilirim. Bir kalem ve bir kağıt temin edebildiğim zaman sana bu mektubu yollayacağım. Kuzenim Eleanor H. Porter Jr.'a selamlar.

Sevgiler K.A ;

13 Eylül 2012 Perşembe

Şiirleri de pek sevmem

İlk ve orta okullarda dernek benzeri kollar vardı ya( şuan hala var mı bilmiyorum), ben her sene Yeşilay kolu olurdum çünkü hiçbir faaliyet yapmazlardı. Kafa rahat. Genelde de beni Yeşilay kolu başkanı seçerlerdi. Bu Kazıklı Voyvoda'ya Nobel Barış Ödülü vermek gibi bir şey olsa gerek.

Yeşilay diye bir şey hala varmış. Ben bile yıllarca okulda Yeşilayı temsil ettiğime göre bu dernek pek de başarılı sayılmaz hani.

İnternetten baktım gördüm Yeşilay uğruna marşlar türküler antlar yazılmış. Yeşilay ülkü ocaklarının bir alt kolu aslında. Fakat bir adam var ki Yeşilay'ın bu tütün ve alkole olan karşıt tavrını fazlasıyla ciddiye almış, oturmuş müsamereler için şiir yazmış. Marş yapmış marş. Komedi. Adamın adı Enver Tuncalp (allah rahmet eylesin) nah bu da yazdığı o boktan Yeşilay marşı;
















İçki içen insan, en kötü örnek.
Alkol ne ilâçtır ne de bir ferdir.
Yeşilay Derneği, hayırlı dernek,
Yeşilay ülküsü mutlu zaferdir.

Her türlü zehirden, içkiden kaçın,
Bu sinsi düşmana bir savaş açın.
Yurda neşe saçın, saadet saçın.
Yeşilay ülküsü mutlu zaferdir.

İçki, büyük belâ, büyük tehlike,
İçkiyle bedbaht olur bir ülke.
Sarhoşluk, ayyaşlık yakışmaz bize.
Yeşilay ülküsü mutlu zaferdir.

Dinç olur ruhunuz, kalp ve kolunuz,
Sağlık ve refaha varır yolunuz.
Bu güzel derneğe üye olunuz.
Yeşilay ülküsü mutlu zaferdir.

Enver Tuncalp


Ben de bu marşa cevap niteliğinde bir Yeşilayyaş marşı (uyaklı falan) yazmak istiyorum;













İçki içen insan,naber lan yarrram.
Alkol hem ilâçtır hem de bir dert.
İşemesi zordur sen olunca pert,
Alka seltzer'in varsa gerçi siktir et fert.

Her türlü dırdırcı, kafa sikiciden kaçın,
Bu sinsi dünyaya da bir servis açın.
Ortama neşe saçın, güzel de muhabbet açın.
Ben hiç salak bir şarapçı görmedim ki sen göresin hacım.

İçki, büyük lütuf, büyük armağan,
Zam geldikçe geliyor içen de içmeyen pişman.
Eskiden milli takımın kaptanıydı İbrahim Toraman.
Cin rakı bira rom likör tekila falan fişman.

Dinç olur ruhunuz kalp yolunuz,
İyilik ve güzelliğe varır yolunuz.
Yeşilay derneğine girsin kolumuz.
Paşam zaten hepimiz aynı yolun yolcusuyuz.

Ugarokk

11 Eylül 2012 Salı

Maytların yükselişi

İnsan familyası kendini hastalıklardan ve saldırılardan korumak için bazı hayvanları, durumları ve bitkileri kafasında "zararlı" olarak kodlamıştır. Fareyi çekinilecek bir hayvan olarak algılamak hayli yerinde bir davranıştır lakin kara ölüm veba gibi öldürücü ve bulaşıcı bir hastalığı yayabilen, nedendir bilinmez bazen uyurken insanların burnunu veya kulağını kemirme ihtimali bulanan bir hayvandır. Bu hayvanların küçükleri sevimlidir fakat çok da yüz göz olmamak gerekir. İnsan yaşamı boyunca kendine zarar verebilecek hayvanlara karşı uyanık olmalıdır ama bir insan türü vardır ki gördüğü tüm hayvanlardan kaçar. Kedi gördü mü hoplar, köpek gördü mü topuklar. Her canlının bize zararı yok. Bir öpücük kondur balıklara. Lambanın etrafında dönen kelebekten kaçan en az 50 kilo bir canlı sizce de çok saçma değil mi? Bir arı gördüğünde masayı devirip fırlayan 100 kilo ve sakallı bir adam düşünün, sizce de burada fazlasıyla naif bir atmosfer yok mu? Hmmm bu kadar korkmayalım beyler, bayanlar. Çünkü bunların hiç birinin maytlar kadar korkutucu görünüşleri yok :)
Tekrardan göz görmeyince gönül katlanır deyişini kullanmak istiyorum. Ben çok seviyorum sanırım bu deyişi, her yola geliyor şerefsiz. Mikroskobik canlılarla, gözle görülmeyecek kadar küçük yapılarla ilgili Richard Hammond's Invisible Worlds adında bir belgesel var. Belgeselde gözle görülmeyen ufak canlıların hayatımızın her alanında çokça bulunduklarından ve ayrıntılardaki türlü ilginçliklerden bahsediliyor. Bir de HD kamerayla çekince görüntüleri baya etkileyici bir belgesele dönüşüyor. Bizim çıplak gözle görmediğimiz fakat sürekli içimizde, derimizde ve çevremizde takılan kımıl kımıl mikroskobik canlılar var. Evde tozların içinde, renklerin içinde yaşayan mayt(akar) denilen mikroskobik canlılar var. Bu canlıların geneli filmlerde tasvir edilen korkunç marslı yaratıklara benziyor. Yıllardır Hollywood Marslı diye maytları izletip bizi sikiyomuş da haberimiz yok.

Şarabımı rakımı peynirimi yer içerken tüm bu mikroskobik canlıların sülalesini de mideye indiriyorum. Peyniri peynir yapan tüm o bakteriler, mikroorganizmalar olmasaydı hayat ne kadar da tatsız ve kokusuz olurdu. Yalnız sevimsiz canlılar bunlar evlat olsalar sevilmezler onu söyleyeyim. Sol yanda duran resim onların yükselişini temsil ediyor. Gerçi yükselişteler mi, duraklama devirindeler mi, lale devirindeler mi tarihçi maytlara sormak lazım. Bu kadar kalabalık olduklarına göre illa ki bir tarihçileri vardır muhafazakar ya da liberal. Bu maytların muhafazakar olanları el dokuması halı ve kilimler de yaşarken, liberal olanları IKEA halılarında yaşıyormuş sonra söylemedi demeyin ona göre döşeyin evinizi. Hem IKEA halısı alırsanız liberal maytlar halıya dökülen biranızı veya şarabınızı anında emer bitirir leke bırakmaz. O yüzden komşu değil liberal mayt satın alın. Yalnız bir arkadaşımdan aldığım bir duyuma göre hükümetin bu liberal maytları, muhafazakar liberal mayt yapma yolunda girişimleri varmış.

Velhasılıkelam, to sum up, sonuç olarak, yok sana sonuç monuç. Yiyorsun bakterileri lüp lüp götürüyorsun peynirleri, sucukları ve ayranları hepsinin içinde bir sürü korkunç gibisinden canlı var oğlum! Gözünle onları da görsen onlardan da kaçarsın eminim. Peynirden kaçan bir insan? İlginç olabilir. Bu yazımızda anadan üryan gözle görülmeyen bir takım mikroskopil, minik canlılardan bahsettik. Bir de bu dünyada somut olarak kabul edilen bir madde olarak karşımızda bulunmayan, paranormal olarak nitelendirilen, bizim gördüğümüz parametrede hacmi olmayan canlılar var ki hiç sorma. Belki bir gün anlatırım. Yok lan yok anlatmayacağım sen şu önündeki peyniri bitir de bi hele

10 Eylül 2012 Pazartesi

belaltı

insan düşünen bir hayvandır, hakkında iyi, güzel çocuktur derler. ya fena bir tip değildir aslında ama düşünen hayvan kısmı üzerine biraz düşündüm. insan evet düşünür, insan evet hayvandır fakat insan genelde seks hakkında düşünür. dikkatinizi çekerim rodin'in düşünen adamı bile cıbıl cıbıl düşünür. insanı hayvandan ayıran özelliği düşünmesidir. insanın seksli düşünmesi bilimin ve teknolojinin ilerlemesine, DNA'ların bir sonraki nesillere aktarılmasına vesile olmuştur. seksli düşünüyorum öyleyse varım. mucit miyim ne. o yüzden bir daha düşündüğünüzde iki kere düşünün. 3 de olur.

9 Eylül 2012 Pazar

Dizi başladı gel


Malum televizyona bağımlı bir milletiz.Fakat bazen bunun da bokunu çıkarıyoruz dizi karakterlerinin gerçekten yaşadıklarına inanan teyzeler,amcalar,çocuklar,gençler var.İşin kötüsü nerde sikko diziler var insanlar o sikko dizilerdeki sikko karakterlerle kendilerini özdeşleştiriyor.

Aramızda adını Feriha koyanlar,Polat Alemdar olanlar hatta Hürrem Sultan veya Kanuni olanlar var.
Sorarlar adama aga bu nedir diye ?

Dizilerin yeni bölümleri öncesinde yayınlanan o meşhur 2 saatlik özetler var ya insanlar onları bile kaçırmayacak derecede motive bu dizilere.Sanki o yeni bölümü kaçırsa Ferihanın başına daha önce hiç gelmemiş bir olay gelecek veya Kanuni,Osmanlı politikasını baştan aşağıya değiştirecekmiş gibi.Bu tarz diziler için sadece fragmanları takip etmeniz yeterli emin olun 3 saat o diziyi izleyenle aynı konuya vakıfsınız hatta 2 saat 58 dakikalık zamanı artı hanenize yazarsınız.Gerçi A yı izlemese B yi o da olmadı C yi izler bizimkiler.

Gerçekçi olmayan karakterler daha cazip geliyor demek ki insanoğluna.Normal ama 10-12 yaşında çocuklara sen batman veya superman kostumunu cazip gösterirsen,bu çocuğun ailesi de bu kostümü alırsa bu çocuk ilk fırsatta balkondan aşağıya atar kendini bende uçabilirim diye. Çocugu yadırgamayacaksın sisteme bak.Hadi çizgi filmleri geçtik dizilerdeki karakterler bile gerçek olamayacak kadar üstün kimi namusuyla kimi delikanlılığıyla kimi bilmemnesiyle.
Bir Behzat Ç. vardı onada sigarayı alkolü bıraktırdılar o da yetmedi evlendirdiler.Diğer tarafta bütün Osmanlı birbirine kayıyor.

7 Eylül 2012 Cuma

Üstat


Ben burada elimden ayağımdan sinapslarımdan kıl köklerimden geldiğince bir takım şeyleri itin götüne sokmaya çalışıyorum. Fakat bu işte hiç bir zaman bir taksi şoförü kadar başarılı olamayacağım. Bir taksi şoförü nedir; potansiyel bir muhalif, keskin bir eleştirmen ve iflah olmaz bir düşünce adamıdır. Gerçi bazıları tam bir orospu çocuğudur da, o ayrı. Şoförü olan biten her şey ama her şey rahatsız edebilir ve arabanın içinde reis odur. Eğer seni sosyal demokrat sınıfında kodladıysa Tayyip'e sövmekle işe başlar ne bu devlet, hükümet, belediye, bıyık, türban, şeriat şeklinde devam eder ben de bu sırada göz temasından kaçınıp yoldaki insanlara göz gezdiririm. Hem bence bıyıklarına bir şey söylememek lazım. Bıyıkları güzel olmasa kızlar asırlardır bu tarzı etek altı tıraşında kullanmazlardı. Yüzyılların modası sonuçta. O da dudak bu da dudak niye ayırıyorsun etle tırnağı. Neyse taksicilerin en sıklıkla şikayet ettikleri bir kaç meseleyi sıralarsak; trafik, devlet-hükümet (Türkiye'de olup biten her dinamiği kapsayan bir başlıktır bu), futbolcuların aldığı ücretler, gençlik nereye gidiyor ve son olarak en keyif alarak yaptıkları muhabbet "İstanbul'da yaşanmaz abisi"...

Evet İstanbul'da trafik rezil bir durum, evet hayat pahalı, evet insanları da biraz samimiyetsiz fakat Alaska'dan getirilen bir bozgeyik de kolaylıkla bu kanılara varabilir. Yalnız trafiğin içine en çok sıçanın trafikten en çok şikayet eden olması enteresan bir durum tabi. Taksiciyle bugün geçen konuşmada abi tası tarağı toplayacaksın dedi, dedim ben tarak kullanmıyorum hem tas mı kaldı artık kase var dedim, neyse dedi işte param olacak şuraya buraya yerleşeceğim dedi, yerleş dedim, sonra da orjinal bir ifade kullandı buzda balık tutucam, kapımın önünde iki tane tavuk beslicem diyerek bu muhteşem monoloğu sonlandırdı. Şimdi buzda balık tutma fikri orjinal beğendim lakin tavukla balığı aynı anda elde edemezsin tavuğun buzlu ortamda büzüğü donar tat vermez. O yüzden seçimini yapmalısın. Tavuk mu balık mı?

6 Eylül 2012 Perşembe

Camekan cim

Trump Tower'da bir spor salonu var ve bu spor salonunun (cimin) dışarıya bakan kocaman camının önünde onlarca koşu bandı var. Bu koşu bantları direkt olarak yola bakıyor ve koşanlar doğrudan Mecidiyeköy'ün asfaltına bir depar atıyormuş gibi görünüyorlar. Biraz hızlı koşsalar banttan fırlayacak ve asfaltla kucaklaşacaklar. Ofiste patronlarına atarlanıp şehirden kaçmak için bandın üzerinde bir hırsla ayaklara bacaklara yükleniyorlar. lömbür lömbür. bıngıl bıngıl. tek umutları koşu bandının pencereden çıkıp havalanması ve uçan bandın onları daha az betonarme bir yere götürmesi. spordan çıkıp rezildanslarına gidecekler muhtemelen. rezildanslar onların için iyi bir ihtimal tabi, Gülbağ'da oturanı da çoktur. sürekli olarak yüksek binalarda yaşama durumu nasıl bir duyguyla yaşatıyor insanı. daha savannaya inmemiş ağaçlarda yaşayan atalarımız gibi ayağımız yere basmıyor çünkü aşağıda dolaşan vahşi hayvanlar var. tepeler iyi, esiyor buralar. binaların tepesinde. karaya ayak bastığı tek an arabasına binmeden önceki o kısa zaman aralığı. en çok bastığı zeminler fren ve gaz pedalı, ofis yüzeyi ve evdeki parkesi oluyor. toprakla ilerisi için yatırım yapacağı araziye bakarken temas ediyor, kuma ise sırf denize girme ritüelini yerine getirmek için basıyor. spor salonunda koşanın kulağında "I'm sexy and you know it" çalarken sallanan kıllı memelerini Adidas climate ile örtüyor ve asfalta karşı yaldır yaldır koşuyor. orada koşanlara Jon Lajoie'nin Everday Normal Guy diye bir şarkısı onu tavsiye ederim. hızını alamadıysan bu şarkının ikincisi de var. gerçi spor, plastik ve çelikle de olsa iyidir. yalnız onu bunu bilmem ama içeride koşanlar dışarıdan çok mal gözüküyor. eminim bir gün asfalttaki o istediğin arabaya ulaşacaksın.mcık. (Ha denetlenmiş organiği çok istiyorsan siktir git Bodrum'a mandalina topla. Mandalina ağaçları seni bekliyorum kuzum.)

3 Eylül 2012 Pazartesi

Skora yönelik çalışmalar


David Fincher'ın tüm filmlerini izlemem lazım. Yarın öbür gün finçer dayı gelip sorarsa ona karşı mahcup olmayayım. Gabriel Garcia Marquez'in iki kitabını daha okumadım. Onları da bitirdim mi ben tamamım, oldum ben. Ondan sonra tut beni tutabilirsen. Dexter'ın son sezonunu izlemedim yaaa! izlemeden olmaz. Eksik kalırım. Daha House var, Breaking Bad var, True Blood var çok güzel diyorlar, hepiciğini izleyip sifonu çekmeliyim.

Tüm bunları izlemek ya da okumak eyleminden ziyade bitirmeyi kendimize bir misyon olarak yükledik. İstediğimiz o şey her ne boksa onu yaşamak değil, bitirip bir kenara koyup yaptım diyebilmek oldu mevzu bahis. Bitire bitire doyamıyoruz zaman da geçiyor o da bitiyor yitiyor. Yüksek lisansı tamamlayıp, salsa-çaça kursunu bitirdiğinde ve Portekizceyi de sular seller gibi konuştuğunda tatmin olacak mısın? Nedir bu görev bilinci? Gilles Deleuze'un bir argümanı vardı; artık filmler hayattan kesitler değil, hayat kötü bir film tadında olmaya başladı gibisinden... Yaşam koşullarımızı izlediğimiz filmle ya da okuduğumuz kitapla mukayese eder olduk. Harbiden de hep "ideal" yaşama yaldır yaldır koşuyoruz. Tavşan atlet takmış götüne motoru biz de onun takibindeyiz.

Hayatı oyunlardaki "level" (seviye) atlama mantığında yaşıyoruz. Bir kitabı, diziyi veya çalışmayı bitirdiğimizde karşımıza yeni silahlar, yeni özellikler çıkacak hissiyatındayız. Bir şeyi tüketmek mantığına zaten karşıyım. Gerçi bir çok şeye karşı gibi görünebilirim. Kitap tüketmek, film tüketmek ve sonrasında da bununla övünmek caka satmak... Kitapları, filmleri biriktirip üst üste koyup uzaktan keyifle izlemek orgazm olmanın bir yolu olarak sunuluyor da haberimiz yok. Bilmiyorum belki de var. Dolu kütüphane görüntüsüne aşık olup, benim tatlı dvd koleksiyonum deyip metaların büyüsüne kapılıp onları sevip okşamak ah ne hoştur gözüm ne hoş.

Tüm bunları tüketip bitirince yeni bir çakra açılmayacak, açılabilir de bilemem, ama zannımca gerçekleştirdiğin eylemi özümseyerek yaptığında belki de bir çakra çukra açılabilir. Sıçarım çakrana. Bilgi, birikim ya da her ne boksa istediğin keşke o D&R'ı emerek olsaydı da D&R'ı emseydik bütün bir gün ve birer tapınak rahibi olsaydık. Çünkü tapınak rahipleri her şeyi bilir, tuvalette gördüğü sineği elinde tuttuğu gazetesini dürüp kovalamaz. Sabırla sineğin saadete gelmesini bekler. Her şeyi metanetle karşılayıp, merhametli olsaydık, derin sessizliğimizle karşımızdakini utandırıp onlara "metin ol yavrum" mesajını verseydik bir yandan da hiç akbil sırasına girmeseydik hayat ne kadar da guru olurdu. Yan tarafa Ben Kingsley'in fotoğrafını koydum ama hiç sevmem sıfatını hep böyle sinsi gibidir. Kıl herif. Hayat aşama aşama yaşanan bir sınama değil komple paketiyle göte giren bir şeydir. Ben sana guruluk yapma demiyorum gene yap sen guruluğunu, ama hobi olarak.

Cici bicili kitap ayıracı olmadan havaya giremiyorum, market fişiyle, iddaa kuponunu kitap arası yapınca yürümüyor bu bilgelik işi . Her şeyin bir raconu var. Okuduğum kitabın kahve kupasıyla fotoğrafı yoksa okuduğumu anlamıyorum hocam. İşte bunlar hep seks...