23 Mayıs 2012 Çarşamba

Şener Şen'in el kılları arttı mı ne?

Yakın geçmişe öykünme.Dünü sev bugünü itin götüne sok. Yazık lan bugüne. Mahallenin delisini çubukla dürtmeyi, bütün gün tahta topaçla ya da misketle oynamayı, siyah beyaz televizyon izlemeyi marifet sanmak. Tüm bunlar yakın geleceğe öykünme sendromunun belirtileri olarak sıralanabilir. Biz zamanımızda at sikerdik, biz zamanımızda top koşardık, biz zamanımızda çiçek toplardık gibisinden yankılara sahip tüm o değersiz hatıralar. Şunu hatırlar mısınız bunu hatırlar mısınız gibi sohbetler açıp susam sokağını çok acayip bir şeymiş gibi anlatmak. Yaşadığın günden memnuniyetsizlikten midir yoksa sırf artizlik yapmak için midir nedir hep eski övülür. Alaturka tuvaleti öveni bile gördüm, duydum. Eskiden ne güzel sıçardık bee çaba sarfederdik çaba aslanım!!! alnımızın, kıçımızın teriyle sıçardık! şimdi sıçmak ne ki peeeh sen gel eskide sıç. Özetle muhabbetler boka sarıyor, aynı bokun Arapçası yıllardır süregeliyor, her kuşak kendi çağını yüceltiyor. Ben 80'lerin sonunda doğdum. Çok matah bir özelliği yok doğmanın. Bunu okuyan herkes eminim en az bir kere doğmuştur. Yaşadığın, doğduğun, büyüdüğün çağı övmek nasıl bir havadır bilemedim. Biz büyürken futbolcu kartları vardı.
Bilen bilir bu kartlarla abuk subuk oyunlar oynanırdı. Sidik yarıştırmaca. Bendeki futbolcu daha uzun, sendeki daha yaşlı gibisinden. Biz bunları çok ciddiye alır biriktirir, oynardık. Bizde de sike sürülecek akıl yokmuş o ayrı da, her genç bu tip oyunlar, kartlar, oyuncaklarla uyutuldu, oyalandı. Taso vardı, yağlı cipslerin içinden çıkardı leş gibi. Kokardı bir de bunlar. Sırf bu tasolar biriktirilcek diye cips alınır. Hatta bazen, yağlı taso paketin içinden alınır ve cips direkt çöpe atılırdı. Biz kirli tüketim pazarının en genç üyelerindendik ve bunu yıllarca sürdürdük. Ben şahsen benden genç olanlara çağımı övmeyeceğim. Eski kurtlar anlatır " tam bir Osmanlı kadınıydı ne zaman oturması gerektiğini, ne zaman konuşacağını çok iyi bilirdi." Ya sen şuna suratsız karının tekiydi, don yağı gibi donuktu, bir şey söylerdin kadına sana bön bön bakardı desene. Yok illa işin içine bir romantizm katacaksın, kadını bir kraliçe Elizabeth tadında anlatacaksın. Eskiden tek kanal vardı bizi istediği gibi yönlendiriyordu. Bir "Dallas" dizisi vardı muhteşemdi oturur tüm beleşçi komşularla diziyi izlerdik. Komşuların ayak kokularına bayılırdım, bana çocukluğumda St.Tropez'de yediğim rokfor peynirlerini hatırlatırdı.Misket oynardık, seksek oynardık ya da kendi oyunumuzu kendimiz yapardık. Çok yaratıcıydık. Hastasıyım bu söylemin. Çok yaratıcıydın da ne yarattın e be am. Halıcı dükkanın var bütün gün turist kazıklıyorsun, çay içiyorsun görüyoruz buradan.(tribün yaptık) En son yarattığın şey 2 sene önce Pazar kahvaltısındaki yaptığın melemen. O yüzden sevgili eski kurt, tüfek üzmeyin biz gençleri yazıktır.Kutu kutu pense oynardınız biliyoruz. Oynardınız tabi xbox mı vardı o zaman?
Renkli televizyon ilk çıktığında... Renkli televizyon ilk çıkmasaymış. Şuan herkes renkli televizyon ilk çıktığında ne yaptığı adı gibi bilir. Herkesin ilk çıktığındaki yeri, zamanı bellidir. Ona göre! Neden 60 ve 70'lere Western tadı katılır ve bu yıllara ayrı bir gezegenmiş gibi muamele yapılır. Açık hava sineması övülür, ama en son sinemanın önünden ne zaman geçtin desen kuzey ve güney fırıncıya gitti der. En son izlenen film kobra takibi 33. Diğer bir yandan, Orhan Pamuk nihayet Çukurcuma'da çok severek okuduğum "Masumiyet Müzesi" kitabının müzesini açtı. Kitaptaki hikayenin geçtiği dönemi anlatacak eşyalarla dolu olan bu müze o zamanki yaşamı anlatabilecek ufak ipuçlarına sahip. Kime sorsan kendi büyüdüğü çağlar şahane. Fakat iş eleştirmeye gelince Orhan Pamuk çöp müzesi açtı deniyor şimşek hızıyla.
Az önce bana saatlerce macun şekerini öven sen değil miydin?

21 Mayıs 2012 Pazartesi

Bir Gün Mutlaka

Günlük hayatı daha pratik ve ön bilgili yaşamak için kafamızda bir çok şablon vardır. Sosyal bilimlerde de tekrar tekrar aynı kavramları bulmamak için teoriler vardır. Bu teoriler mevcut durumları analiz etmemizi kolaylaştırır. Modernizm geleneksel bağlardan kopup yeni bir kavram arayışına girilen bir akımdır. Her şeyin yenilenmesi, değişmesi ve yeniden düzenlenmesi gerektiğini belirten bir düşünce yapısıdır. Modernizm bir anlamda alt üst ilişkisinin tekrar belirlenmesi, burjuvayı yeni güçlü konumunda sağlamlaştırmak, yeni bir sanat anlayışına, siyasal düzene duyulan ihtiyaçtır. Bir çok düşünüre göre modernizm 1. Dünya Savaşı ile sona ermiştir. 1. Dünya Savaşı gibi büyük ölçekli bir katliam tüm kurulmak istenen rasyonel düzeni alt üst etmiştir çünkü böyle bir savaşta rasyonalizme yer yoktur. 2. Dünya Savaşı ise insanların öle öle bittiği son mega katliamdır. Savaşıp ölecek insan kalmadığı için sonlanmıştır. Tüm bunlar "Postmodernizm" ismiyle anılan içsel, birey odaklı ve öfkeli bir yapı bozumcu akımın çıkmasına sebep olmuştur. İnsanın kendini rasyonel ve sistematik bir biçimde yenileme çabası "Modernizm" başarısız olmuştur. Kendi varlığının öncesindeki akımları yeniden yorumlayan, reddeden ya da geliştirmeye çabalayan insanlık, modernizmin çöküşü ile katı bir düzene ayak uydurmaktan kurtulmuştur. Bence Modernizm fabrikasyon üretimi rasyonelize etme çabasıdır. Sahile kurulan, denize atık bırakan fabrikaları olumlama aşamasıdır. Buharla, elektrikle, kimyasalla hızlıca değişen insanın değişime ayak uydurma çabasıdır. Kentleşen dünyada şehirli insan nedir ne yapmalı, ne yer ve ne içer onun hesabıdır. Türkiye'de günlük hayatta modern kelimesi günde 3 öğün telaffuz edilir. Tıpkı bir ekmek, çorba yada WC gibi. Modern kelimesi bizim için bir Ahmet, bir Mehmet, bir Ayşedir. Kişileri, mekanları ve olayları modern olup olmamasıyla tartarız. Örnek vermek gerekirse; modern bir adamdı giyimi, kuşamı, konuşması tam bir beyefendiydi. Şimdi kişi eğer klasik dönemde yaşasaydı ve bir aristokrat olsaydı muhtemelen konuşması daha süslü, giyimi daha abartılı olacaktı ki örnekteki beyefendi nasıl modern olmakla iyi etti onu anlayamayız. Günlük hayatımızdaki insanları modern olmakla övüp modern olmamakla yaftalıyoruz. 100 yıl öncesinin kafasını yaşıyoruz. Baloyu, operayı, baleyi ve klasik müziği modern hayatın getirileri güzellikleri sanıyoruz onların 500 yıllık tarihini hiçe sayıyoruz. Bütün bunları "modernlik" safsatası olarak kullanıyoruz ve satıyoruz. Öyle kapsamlı kullanıyoruz ki "modern" kelimesini modernin kendisi bile şaşırıyor hayretle izliyor. Post-modern'den bahsetmiyorum bile. Nerede abuk subuk, anlaşılmayan, öfkeli, aykırı olay ve eser varsa ona da post-modern diyoruz. Rahat bıraksak kavramları, donları gevşetsek, çorapları çıkarıp elektriği toprağa versek bunların hiçbiri olmayacak. Dürümcüyü modern değil diye yeremeyecek, İstanbul zıbı zıbı konutlarını modern hayatın dıbıdıbısı diye övemeyeceğiz. Tüm bunlar nereden aklıma esti birden derseniz aslında boşuna bir sürü cümle yazdım giriş hesabı. Gündemde modern hayatımızı koruma çabası içerisindeyiz, gelecek şeriat gelecek bizi sikicek, tiyatromuzu elimizden alacak, mini eteğimizi kesecek. Tamam biraz dikkat et kesinlikle uluslararası fikir olarak açılıp saçılan sosyal hayatta dindar uygulamalar açısından muhafazakarlaşan bir devletden bahsedebiliriz, güçlenen sağ eğilimli orta sınıf artık baskın ve sosyal hayatta da istenmeyen bir çok olay yaşanıyor. Aydın'da insanların alkol içmesini gözetmek, mini etek giydi diye bacaklara kezzap atmak, parkta öpüşenleri copla kovalamak. Tüm bunlar haksız yere insanları baskı altına alıp, kısıtlamaktır. Fakat tüm bunları şeriatla bağdaştırmak, elde avuçta ne varsa baştan salmak anlamına da gelmektir. Sosyal demokratlık keşke sadece rakı içip beyaz leblebi yemekle olunsaydı.
O zaman her şey çok daha kolay, Altınoluk sahilleri kurtarıcı, aydın emekliyle dolup taşardı. Ya 19 Mayısta CNNTürk'te bir programa rastladım gözlerim yaşardı bu ne lan dedim. Üç tane genci çıkarmışlar programa müzik yapıyor diye, genç bunlar müzik yapıyor, çok özel farklı bir şeymiş gibi. Eşek kadar adamlar bateride 3 zil bir davul ritmi, gitarda İzmir sus bir, vokaller ise saçlarını yeni nesil jölelerle sağlamlaştırıyor. Aşağıda da boş beleş gebeş muhabbet kralı tweetler akıyor. CNNTürk genç dediğin hashtag'ı(konu başlığı gibi bir şey demek demek) yapmışlar Twitter'da millette gençliği strese sokacak mesajlar yazıyorlar altta. Aklımda kalanlardan; genç dediğin saygılı olur!!! (olmazsa kırarım bacaklarını ünlemleri), genç dediğin Atatürk'ün yolundan gider! ( alt metni gitmeyen puşttur!!), kısaca genç dediğin "yetişkinler" in düşüncelerine paralel gitmelidir! Eğer ki insanlara tek doğrular sunulursa ideolojisini belirlerken yüzlerce düşünüre başvuran Atatürk'ün izi dediğimiz "Kemalizm" akımını temel kaynak noktası görmenin, Kuran-ı Kerim'i temel kaynak olarak gören kökten dinci diktasının dogmatizminden farkı kalmaz. Bu sebepten insanları modern, post-modern, pro-modern, pis modern, yok modern diye etiketleme çabasına girmeden farklı kaynaklara başvurarak öznel bir düşünce biçimi oluşturmak gerekir. Herhangi bir ideolojinin takipçisi olmayan insanları "liboş" diyerek yaftalamak da kimsenin yararına olmayacaktır. Herhangi bir düşünce kalıbına takılı kalmayıp daha geniş kapsamlı bir görüşle bakılmaya çalışılırsa ortaya daha kullanışlı bir düşünce akımı ortaya çıkabilir. Her çağ kendine özgü dinamiklere sahip bu yüzden bulunan zamanı hem önceki zamanın dinamikleri hem de günün dinamiklerine göre değerlendirmek gerekir. Meydanları dolduran bayrak taşıyan 19 mayısçılar, keşke alternatif bir öneriyi meclise iletmeye çalışsalardı daha günümüze uygun, faşist uygulamalardan uzak kutlamalara sahip olabilirdik. Gençlik bayramında gençlerin pişik olmasına sebep olacak saatlerce dikilmekten ziyade gençleri içine katacak müzik festivalleri, spor müsabakaları, fikir-sanat yarışmaları gençliğin daha aktif ve yaratıcı olmasını sağlar. Bunların yanı sıra sen yine yap törenini saygı duruşunu, koy çelengini. Bunlarda ulus-devlette liderlere yapılması uygun olan saygı duruşlarıdır. Fakat bu törenler saygı ile anmanın tek çeşidi değildir. İktidarda ve muhalefetteki hiç bir partiyi beğenmeyen bizler, mutlak doğru, saf doğru, salt bilgi arayışında Atatürk büstlerine sarılmamalıyız. 2.Meşrutiyet hatta bunun 1. si de varmış diyorlar, İttihat ve Terakki, Jön Türkler gibi oluşumları da yok saymamak gerekir. Tüm bunlar Cumhuriyeti kurarken Atatürk ve kurmaylarına (teknik direktör ve danışmanları)bir temel niteliğindedir. Yapılan tüm devrimler ve reformlar daha önce ya yapılmaya çalışılmıştır ya da uygulanmış meşrutiyet yıkılınca tekrar tarih sayfalarına gömülmüştür. Unutmayın ki Mustafa Kemal de bir ara İttihat ve Terakki oluşumunun içindeydi. Atatürk'ü saygıyla ansak da kayalarda dağlarda Atatürk silüeti aramamalıyız.
Çünkü bu yapılan hareketin allah diyen karga, allah yazan yaprak arayışlarından farkı olmaz. En büyük korkulardan olan "Atatürk'ün yolundan sapma" endişesi öyle güzel kullanılıyor ki biraz silkinip farkına varmak lazım. Ya artık bir ara bulun işte, her fikrinizi Karacaoğlan der ki gibi referans verip, Atatürk imzasıyla savunmayın. Her konuda, her eylemde M.Kemal'in imzasıyla kendinize destek aramaktan vazgeçin. Bazı konuları Yılmaz Özdil yazdı, Bekir Çoşkun söyledi, Haşmet Babaoğlu belirtti gibi kısa kısa anekdotlarla öğrenmeyin. Madem merak ettiniz girin internete o konuyu etraflıca araştırın. Sonra gençlik nereye gidiyor, tüm gün bilgisayar başında. Gençlik siksin sizi.

12 Mayıs 2012 Cumartesi

Viva 19 mayıs ve kafası

   Bu bloğa başından beri yeni birşey koymamamdaki en önemli sebep uzun süredir içimdeki çürümüşlük hissinin beni esir alması ve yaşadığım ortama yabancılaşmamın getirdiği bir tür zihinsel koma halinde uyku modunda öküz gibi yaşamamdır; artık biraz silkineyim dedim. Bu paragraf da benden bir merhaba olsun ozaman..bloğun adına uygun olarak itin götüne sokmaya çalışacağım ilk şey Türkiye Gençlik Birliği(TGB)'nin Viva 19mayıs sloganı ve organizasyonu olacak..

    Bir saat kadar önce Okan Bayülgenin programında benim gibi genç iki arkadaş çıktı uzun uzadıya anlattılar..atam dediler emanet dediler emperyalizm dediler gericilik dediler dunya dediler kardeşlik barış vs devam ettirip arada bi suriye açılımı yapıp aydınlar yanımızda karanlığa bırakmayız ülkeyi diye bağladılar..



   Çok az gençlik örgütü tv gibi hala cok onemli olan bir medya organında hele bide okan bayulgen gibi gencliğin takip ettiği bir kişinin programında bu biçimde süre alıp kendisini anlatabilir; kendi çapında sivil toplum-gençlik örgütü falan kovalamış biri olarak bunun TGB için büyük bir şans olduğunu söyleyebilirim. Bu tarz kapılar kolaylıkla açılmaz kimseye..Türkiye Gençlik Birliğinin sitesi ve viva19mayıs organizasyonu-şöleninin sitesi ni buradan size vereyim biraz bakıp kurcalamak, dinlemek lazım herkesi öncelikle..

  İtin götü faslına geçmek gerekirse:

   Viva 19 mayısmış..emanetmiş..ilk olarak söylemeliyim ki biri ancak kendisine ait olan birşeyi emanet edebilir..lost adası mıydı bu ülke ki biri sahip olsun sonra başkasına devretsin..eğer ülke o dönem tek adama ait olmuşsa(ki bence öyle değildi) bu o kişiyi diktatör yapmaz mı? Ama öte yandan sizler tgb li arkadaşlar bu tarz bir itiraftan da uzaksınız..dünyadaki faşist, totaliter rejimlerin rüzgarıyla böyle kutlamalar baslamıs(googleda mussolini falan yazıp gorsellere bakın bizim stadyum kutlamalarının siyah beyaz fotograflanmış benzerleri ile karşılaşırsınız); kabahatı başlatanlarda değil sürdürenlerde aramalı. Allah askına asker gibi raprap yuruyup,bandoda davul vurmanın neresi genclik neresi spor..Siz şimdi neyi savunuyorsunuz,eski totaliter rejimin ayinlerinin kaldırılmasına karşı çıkmak gericiliğin dik alası olmuyor mu? Törenlerde toplumun belirli kısmını rencide ettiği açık olan("ne mutlu turkum diyene" gibi) pankartları güneşin altında gebererek kaldırmanın, şehirdeki asker ve valiye selam durmanın neresi ileri oluyor anlamak gerçekten güç.

  İşin spor kısmına gelince lisanslı sporcu sayımız son 10 yıla kadar komik rakamlardaydı, ülke genelinde 80 yıldır kutlanan bayramların bu ülke insanına spor yapma alışkanlığı kazandıramadığı gerçeği bir yana üst düzey sporcu yetiştirme bakımından bir işe yaramadığını göstermek için kıyaslamaya gidilirse, örneğin Çin'deki olimpiyatlara sadece 68 sporcu ile katıldı  Türkiye; kendisiyle ekonomik ve nüfus bakımından kıyaslanabilir ülkeler olan İspanya 287, Avustralya 533 beğenmediğiniz Mısır bile 103 sporcuyla katılmış. Bu demek oluyor ki işi spor yönü pek yürümemiş.
    Üzülerek söylüyorum ki şimdi size 19mayısı kutlamalarını değişik biçimde kutlama fikri bile sizin tabirinizle 'takunyalı tipler' sayesinde geldi; bunu son 1 ayda gördük. Madem ki sizler de törenlerin biçiminden rahatsız idiniz 80 yıl gibi uzun bir süre niçin bir kişi çıkıp eleştirmedi bu törenleri, değişmesi ya da modifikasyonu için kamuoyu oluşturmaya çalışmadı? Hala aydınlık karanlık bilmem ne biçiminde kodlanmış lise Atatürkçülük ve vatandaşlık dersi evreninde gezinmekten yorulmadınız mı? Onlar takunyalı ise siz de putperestsiniz..

 
    Cumhuriyetin ilk yıllarına faşist diktatörlük demek çok doğru değil bence(en basitinden faşist ülkelerde tüm toplum bir akıl tutulması yaşayıp liderlerine adeta taptı ve toplum olarak akıl almaz suçlar işlediler bizdeki durumun böyle olmadığı aşikar!) ama ortada farklıyı kabullenemeyen,totaliter ve her türlü baskı unsurunu kullanmaktan çekinmemiş bir asker rejimi olduğunu görmek için zizek olmaya da lüzum yok..Cumhuriyeti kuran kadrolar ummadıkları bir güce kısa zamanda ulaşmış,yurtsever ve her durumda gereği neyse ona yapmaya çalışan kadrolardı. Dönemlerindeki batı dünyasında esen faşist rüzgarların etkisinde kalıp benzer uygulamaları burada yapmayı kendi zihinlerinde ilerici ve modern saymaları da aslında şaşılacak şey değil.

Bu heykeli Mussolini döneminde İtalyada yapan Pietro Canonika ülkemizde de cumhuriyetin ilk yıllarında çalışmış taksim meydanınındaki anıt dahil birçok eserinde faşist rejimlerin izlerini görmek mümkündür; özellikle bu resmi koymamın sebebi hemen hemen herkese ilk bakışta bu heykelin Türkiye'de olduğunu düşündürebilecek kadar tanıdık gelmesidir.

  Asıl şaşılacak şey bu tip uygulama ve politikaların yıllar içerisinde tabulaşıp mutlak doğru haline gelmesidir; şüphesiz bunda kemalist ordunun 10 yılda bir topluma verdiği ayarın etkisi de büyüktür fakat bugünün Türkiye'sinde hala bu söylemlere gençlerin prim vermesi ve aydınların(nedense çoğu tiyatrocu) gürbüz ve etkileyici tonlarıyla gaza getirici konuşması asıl "akıl tutulması"nın kendisidir. Buradan benim çıkardığım sonuç Atatürk faşist ve diktatör değilse bile sizler(19mayısçılar) en azından totaliter rejim meraklısı hatta biraz acımasız bir yargılama yaparsam faşistsiniz.
"ya roma ya ölüm" diyen Musolini' nin siyah gömlekli devrimci genç milisleri rahat uyuyun; modern Türkiye'de hala söylemleriniz yaşamakta

  Dünyada faşizmin iktidara gelirken nasıl gençlere gazı verip dünyayı gençler değiştirir diye onlara milis-terörist haline getirdiğini ve materyalist toplum ve gençlik ilişkilerini başka bi yazıda değerlendirmek lazım..gençliğe tapmak da ayrı bir kafa zaten neyse.. ha bide google a yazın  lütfen faşizmin paganik koklerini araştırın, o zaman niçin sizleri putperest diye yaftaladığımı belki daha iyi anlarsınız..sonra gider büstleri öper,büste selam durur,mezarına gidip hukumeti ve toplumu şikayet edersiniz ona..adamı da rahat bırakın artık, düşün yakasından..

not: yazım ve imla hatalarını boşverin




1 Mayıs 2012 Salı

Kasıyo

Babası da saatçiydi. Zaten babası saatçi olduğu için saatçiydi. Sonuçta saatçiydi. Dedesinin de saatçi olduğu söylenir ama aslen marangozdu. Diğer yandan dedesi illa ki saat kullanıyordur. Vaziyet bu. Saatçiyi açmak için uyandı yüzünü yıkadı çapak, salya ve benzeri gündelik atıkları temizledi. Peynir,ekmek,zeytin üçlüsünü de mideye katarak evden çıktı. Dükkan eve 10 dakikaydı gazete almak için bakkala uğrarsa 12 dakika. Dükkana yürürken öğlen gitmek zorunda olduğu toptancı aklına geldi. Gitti dükkanı açtı. Saatlerine,gözlüklerine bir göz attı. Artık saatçiler traşlı gevur modellerin gözlük reklamlarıyla dolup taşıyordu.Saatleri hiç sevmezdi lakin çok dakik biriydi bu yazının karakteri. Hep insanların neden en az 2 tane saatle (cep telefonu, kol saati)dolaşmayı, neden zamanın tasmasıyla dolaşmak istediklerini anlayamazdı. Her sattığı saatten sonra enayi derdi müşterisine içinden. Ayıptı onun yaptığı da. Duvar saatleri, kol saatleri, cep telefonu saatleri, dekoder saatleri, bilgisayar saatleri, hesap makinesi saatleri, güneş saatleri, kum saatleri, başucu saatleri, cep saatleri... Bu saatler insana boşluk bırakmayıp sürekli çalışıyorlardı ki saatçi işten kaçamıyordu. Saatler her yerde peşindeydi. Otogarda, istasyonda, otobüste.metrobüste... Toptancıya gitmek için dükkanı kapattı. Yoldan geçen bir adam saati sordu, adama kafa atmamak için kendini zor tuttu.Adama dik dik bakarak yoluna devam etti. Akbil bastı, metrobüsün kapıları açıldı millet birbirini itip kakıyordu .Metrobüse binmeye çalışan bir adam kapıdan geçerken omuz attı. Adama bir derdi olup olmadığını sordu adamın annesine gazel yazdı ve yerine oturdu. Kafasını kaldırınca sonraki durak bıdı bıdıdır anonsunu duydu. Durakları yazan ekranın durak isimleri yanında saati de okudu. Saatin 12:34 olduğunu algılamamak için hızla kafasını çevirdi. Birden ayağa kalkıp elini beline götürdü silahını çekti çıkardı ve "herkes şu sikik telefonlarını kapatsın yoksa önüme geleni vururum ki gayet nahoş bir vaziyet olur" diyerek absürd bir uyarıda bulundu. Herkes telaşla telefonlarını çıkarıp kapatmaya çabaladı. İki el ateş sesi duyuldu metrobüste, saati gösteren metrobüs ekranları artık duman tütüyordu. Bir anlığına zamanın dışında olduğunu hissetti. Sonraki durakta kendisini bekleyen polislerin sesini duyunca gülümsedi, hücresinde duvar saati olmamasını talep edecekti.