7 Ocak 2013 Pazartesi

taşak dünya

Herhalde en kötüsü de nasıl bir bokun içinde olduğunu bilmemektir. Bir şeyi destekler ve ona inanırsın fakat sonradan fark edersin ki yanlış tanrılara dua etmektesin. Bu kişisel e-posta adresinin sen fark etmeden "oh beybi kiss mi" mesajını tüm rehberine yollaması gibidir. Üye olduğun dernekler, dahil olduğun kulüpler, inandığın düşünceler nerelere hizmet ediyor ve neyin içindesin bazen bilemiyorsun. O yüzden herhangi bir düşünceyi tamamen savunmak için bazı şeyleri görmezden gelmelisin. Belki de herhangi bir şeye fanatik bir biçimde inanmamak daha yerinde bir davranıştır.

Dünya erkektir, tanrı da erkektir ve bu kadar testesteron arasında bir kadın nasıl keyifle yaşayabilir. Bir tek doğanın dişil olduğu söylenir (doğa ana, bereket tanrıçaları, gaia vs vs) lakin doğayı da sikip attığımız aşikardır. Yeşillikle bağlantımız butik hotelin sevimli bahçesi ya da organik pazardır. Erkeklerin kadınlar üzerinde nasıl bir yaptırım gücü ve denetim imkanı var ise, aynı erkeklerin doğa üzerinde de benzer bir hakimiyeti vardır. Naylon poşette denetimli serbestlik içinde yaşayan doğa boğulup kalma bir kenarda. Arada depreminle, erozyonunla dürt bizi. Amin.


Estetik yoksunu bir gezegende yaşıyorum. Yalın hali büyük ölçüde estetik ve keyif verici olsa da, insan eliyle yaratılan kısımları kaba ve işlevsel yönüyle ön plana çıkıyor. Binalar, yollar, köprüler yapılırken tabi ki sağlamlık ve maliyet göz önünde bulunduruluyor. Kadın eli pek değmez. Yaşadığımız yüzyıla kadar kadınlarla dirsek teması dahi bulunmayan dünya buram buram taşak kokmaktadır. İşlev ön plandadır, estetik lüksdür ve ikincil plandadır.

"Nefes alsın yeter" deyişi bir çok durum için geçerli olabilir. İşlevini görsün yeter. Estetik bina mı dikecez puhaha koy götünü koy demiri çimentoyu bas üzerine tuğlayı aslanım. Dik dursun yeter. İçine bir televizyon iki tencere sığsın ve bir tane de bok deliği bulundursun kafidir. Biz insanlar genç yaratıklardık, dinozorlar gitti biz geldik, son model ya da yeni jenerasyonduk. İyi çocuklardık ne zaman bozduk kendimizi de bedenlerimizi soğuk betonların arasında çürütmeye razı olduk. Akbayramsapienlerin nesli mi tükendi. İnanın çocuklar :D İnanın, inanın da "pan-zehir kültürü" dahilindeki ekolojik tarım, sitar imalatçısı veya Greenpeace'in de yüzü gülsün aç kalmasın onlar da ekmek yiyebilsinler. Daha yenecek çok fazla tam tahıllı ekmek, keşfedilecek çok fazla bohem kafe, gidilecek çok fazla otantik ülke var. Hindistan maymunuyla gurusuyla bizi bekler. Çünkü daha yeni Hindistan'da Mehtab Alan isimli şahıs namus davasına 22 yaşındaki kız kardeşinin kafasını kılıçla kesip onun kellesiyle karakola gitmedi. Çünkü kopan kafalara rağmen aldığın düzinelerce anti-depresanın çaresi Hindistan'dır.

Söylenene göre yaratıcı olmanın iki temel ateşleyicisi varmış. Bu tetikleyicilerden biri tanrı sevgisi biri de kadın aşkıymış. Yaratma içgüdüsü dediğimiz şey allahını bulma ve manitayı kapma düzleminde gelişen olaylar bütünü imiş. İki düşünce de yüzyıllar boyu erkek kişiyi bilime, sanata ve dine yönlendirmiştir. Yaratıcılık öldü mü, yoksa yeniden mi dünyaya geldi. Evet kadın da, tanrı da doğurgan ve cazip. Tanrı öldüyse kadın da ölecek. Tanrı öldüğü gün kadın da son nefesini verecek. Sakal ve bıyıklarımızla bir başımıza kalacağız. Bu trajik ölümlerin akabinde otomobil fuarlarına, pavyonlara, diskolara, kafelere koşturacağız ama bir süre sonra canımız sıkılacak ve silahlarımızı şakağımıza dayayıp beyinlerimizi uçuracağız. Münip Ensesikalın Üniversitesinde 4 yıl ihtisas yapıp da çözülecek kokular değil bunlar.Taşak kokan dünyanın pencerelerini açıp havanlandırmamız gerekebilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.