5 Haziran 2012 Salı

Sohbet arası 8-10 film

Bugün biraz vakit buldum ve geçtiğimiz 8-10 günde izlediğim, 8-10 film hakkında, 8-10 cümle yazmak istedim. Misyoner gibi bir dvd dükkanına bulaştım son haftalarda. 2 film alacakken 10 film aldırdı adam bana. Gerçi çok da fena filmler değil sattıkları. Filmlerden birisi "Untouchables". Çocukken Senegal'den Fransa'ya göç etmiş, gettodan bir adam alışılmışın dışında davranışlarıyla sakat ve zengin bir adamın bakıcılığını üstleniyor. "Evet ben bunu yapabilirim, hayat güzel lan aslında, vay anasını bende farklı özelliklerimle başarılı olabilirim" gibi duygulara ihtiyaç duyanlar için 1 saatlik doping etkisine sahip bir film. Güzel ama üzerine çok düşünülüp tartışılacak bir film değil. Diğer yandan, filmde Omar Sy'ın oyunculuğu çok başarılı ki, filmin bu kadar gişe yapmasında temel etken muhtemelen bu oyuncunun performansıdır. Geçen hafta aldığım filmlerden en çok hoşuma gideni polisiye, aksiyon filmi "Headhunter" oldu. Norveç filmiydi sanırsam. Zengin, kompleksli bir iş adamı, güzel karısı ve sanat eseri kaçakçılığı hakkında bir film. Aksiyon filmi dedik ama "kurşundan kaçarım, patlama sahnesine götünü dönerim" tarzında bir film değil. Kısaca, akıllıca bir kurgu ve sürükleyici bir seyir. Kısa zamanda birçok film izleyince, filmin içeriğinden ziyade filmin sonrasında bıraktığı duygu hatırlanıyor. Bu film iyi vakit geçirmek için izlenebilecek bir film. Filmlerden bir tanesi de "Dogtooth".Yunan filmi. Filmin konusu ilginç, deneysel bir senaryoya sahip. Dışarıda olup biten hayata izole bir şekilde yaşayan bir aileyi anlatıyor. Film bir kaç ufak tefek rahatsız edici sahneye sahip. Diğer yandan, ailelerin yetiştirme biçimlerinin çocukların ilerideki yaşantılarına ne kadar etkili olabileceğini görebiliyorsunuz. Bir şeyi hiç bilmezsen o şey senin için hiç bir zaman var olmaz. Filmde, etrafımızdaki insanlardan öğrendiğimiz hareketlere, tavırlara adapte olma özelliğimizin, etrafımızda rol model alacak kimse yok iken nasıl şekillendiğini gözlemleyebilirsiniz. Son olarak da filmde, bizim için iyi olduğu düşünülerek uygulanan yasaların, emirlerin, kuralların ne kadar içi boş ve faydasız olabileceği izlenebilmektedir. İzlediğim bir diğer film "Intacto". Bu filmi daha önce Cnbc-e'de izlemiş olabileceğimi düşündüm ama sanırım izlememişim. Filmde şans eseri hayatta kalan insanların davet edildiği bir "şanslılar kulübü" vardır. Bu kulüp dahilinde büyük kumarlar oynanmaktadır. Oynanan bu oyunlarda büyük bahisler konmaktadır çünkü ne de olsa katılan herkes çok şanslıdır. Oynadıkları oyunlar tuhaf dolayısıyla film de ilgi çekici sahnelere sahip. İzlenebilir. "Gringo" diye bir film izledim. Mel Gibson'ın yeni filmi. Meksika'da küçük bir kasaba gibi işleyen bir hapishaneden bahsediyor. İçinde bakkalı var, pansiyonu var, kerhanesi var. Bir Amerikalı hapishaneye girer ve millete ayar verir. Hikaye kısmıyla klasik bir aksiyon filmi lakin hapishanenin ortamı ilginç. Korku filmi izleme hevesiyle "Woman in black"'i izledik. Bu filmde de hikayenin geçtiği kasabanın ortamı güzel ama kurgu zayıf. Özellikle çığlık atan kara duvaklı hayaleti gösterdiği sahneler filmin korkutuculuğunu, kasvetini dağıtmış. Yani olmamış. Filmde Harry Potter rolünde oynayan çocuk oynuyor. Çocuk dediğime bakmayın, o da büyüdü. Baba rolünde oynuyor. Çocuğu falan var. Perili bir ev var, hayalet var, bacadan fırlayan kuzgunlar var. Çok kötü olmasa da vasat bir korku filmi. Eskilerden bildiğim "It" filmini izledim sonra. Stephen King'in romanından uyarlanan 1991 yapımı film hala rahatsız edici. Fakat bu film çocukken daha bir ürkütücü gelmişti. Gene de güzel hikaye, çok uzun bir film olmasına rağmen izletiyor. Katil bir palyaço var, çocukları öcü olarak korkutuyor. Yüzyıllarca kasabaya musallat olmuş makyajlı öcü hakkında bir film. Danimarkalı yönetmen Las Von Trier'in "Anti-christ"'ini izlemeye yeltendim. Daha önce de izleme çabasında bulunmuştum. Beğenmedim. İçi boş şiddetten, mazoşizmden başka bir şey algılayamadım bu filmde. Bir ilişkide iletişimsizliği anlatmak istemiş yönetmen duyduğuma göre. Ben filmi okuyamadım,bilemedim,hiç mi hiç sevemedim. Diğer yandan, filmde tek beğendim sahne çatılara düşen meşe palamutlarıydı. Ha bir de filmin başında yavaş çekimde oynatılan sahne de farklı bir yorumdu fakat filmin genelinin içi boş geldi. Sonuç olarak, bu film bana ilginç olma peşinde olanların tutunacağı bir dal gibi geldi. Olmamış bir daha çek. Bir de İspanyol bir gerilim filmi izledim "Mientras Duermes". Filmde sapık bir kapıcı var. Çevresindeki insanların mutsuzluğundan mutlu oluyor. Apartmandan bir kıza takıyor ve onun mutsuz olması için elinden geleni ardına koymuyor. Hoş bir gerilim. Yüzüne gülen, arkandan iş çeviren bu kapıcı sürekli gülümseyen bu kızcağızı sinsi sinsi mutsuz etmeye çalışıyor. Filmin senaryosu hoş ama daha güzel de işlenebilirmiş. Tavsiye ederim, izlenir. Yukarıda yazdığım tüm filmleri "Atilla Dorsay" olduğum için değil, fikir alışverişi yapabilmek için yazdım. Çok sağlam gerilim ya da korku filmi izledim diyen varsa çekinmesin haber etsin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.